Yunus Emre Tozal

Yaklaşık 10 ay gibi bir sürede de hafızlığı bitirip aynı yıl imtihanlara girdik ve kazandık. Hafızlığa başladığımız günden mezun olana kadar, kur’an kursunun en büyük şirketini kurduk.

Kuran kursunun bahar dönemi… Karnelerin verilmesine çok az kala, herkeste bir telaş aldı başını gidiyor. İki seçenek var: Ya bir yılın sonunda Kuran okuma ve belirli sureleri ezberlemenin yanında İtikad, İbadet, Siyer ve Ahlak derslerinin geçildiğine dair verilen karneyle kurstan mezun olunacak, ya da hafızlığa başlanılacak. İşin garibi bu kararı öğrenci ya da veli veremeyecek, hocalar belirleyecek.

Selim, hakkındaki kararın ne olacağını çok iyi biliyor. Muharrem Hoca Selim’i göz önünde tutuyor. Çünkü Selim, kendisine verilen ödevi günü gününe yapıyor. Hatta bazı günler daha fazlasını da ezberleyebiliyor. Hoca Vakıa suresini ezber veriyor, Selim ise Vakıa ödevini verirken hemen ardından gelen Hadid suresinin ilk sayfasını da ezberlediğini belirtip Hoca’yı şaşırtıyor.

Selim’in babası tostçu, Ankara’nın yerlilerinden… Bizi birkaç kez izinlerde dükkânlarına götürmüştü. Abileriyle tanıştırıp evlerine davet etmişti. Evleri de dükkânları gibi kutu gibiydi, küçük ama bir o kadar sıcacık… Abilerinin dükkânda hızlı hızlı çalıştıklarını, bir oraya bir buraya koşturduklarını görünce ilk önce anlamamıştım. Ta ki ne kadar hızlı çalışırlarsa o kadar daha çok para kazanacaklarını ayrıntısıyla Selim’in anlatışına kadar… Selim’in Kuran ezberleme hızının da oradan geldiğini daha sonra fark ettim. Babası ve abileri o dükkânda para kazanmak için koştururken, Selim kursta haylazlık yapamazdı, öyle ki haylazlık yapmaya vakti bile olmamalıydı. Kurstan mezun olana kadar bu önemli çıkarımı ona büyüklerinin değil, bizzat kendisinin yaptığına şahitlik ettim. Çünkü Selim; Kuran’ı gerçekten isteyerek ve büyük bir heyecan duyarak ezberliyordu. O ezber yaptıkça, onu takip edenlerin de ezber yapası geliyordu. Ödev verirken görmeliydiniz, sanki o an tüm kâinat durmuş bakıyor, dünyanın en önemli işi icra ediliyor, tüm insanlık dinliyordu… Kuran’ın gerçekten de çok kolay ezberlenebildiğini, ezberlerken içselleştirildiğini Selim’in ezber yapışından kavradım. Selim her cüze, her sureye farklı bir gözle bakıyor, zihninden kodluyor, biçimlendiriyor, adeta bir arkadaş gibi canlandırarak sureyle konuşuyordu. Örneğin Cum’a suresi, coşkulu bir arkadaş gibiydi, haykırarak okurdu, sanki Cuma namazındaki neşe; sure ezber verilirken tekrar tekrar yaşanırdı. Fecr suresini ise daha sakin ve yavaş okuyarak verirdi; tıpkı bir uyanış gibi, yola çıkmadan önce ağacın altında dinleniş gibi… Eğer ezber verirken gözlerimizi kapatıp ağacın altında oturmuş da ödev veriyormuş gibi hayal edersek, daha kolay ezberleyeceğimizi söyler dururdu. Doğruydu, normalde üç günde tamamlanan sureyi ben de Selim gibi iki günde tamamlamıştım düşlediğimiz o elma ağacının altında…

Selim’le beraber ortak bir arkadaşımız vardı, Yusuf… Yusuf gündüzcüydü… Evi yakın olduğundan her gün sabah gelir, ödevini verir, öğleden sonra evine giderdi. Yusuf, Selim’e göre daha neşeli, daha hareketli ve ataktı. Maç yaptığımızda hepimiz aynı takımda olurduk. Selim defansta, ben orta sahada, Yusuf forvetteydi. Yusuf’un her maçta muhakkak golü olurdu ve özellikle o gol attığında değişik değişik futbolcu isimleri duyardık. Yusuf maç oynamak kadar izlemeyi de severdi, bu tutkusundan da hiç vazgeçmedi. Ta ki o yaz karnelerin verilmesine 3 hafta kalana kadar…

Yusuf’un babası Ülker’in fabrikasında çalışıyordu ve bu yüzden de Yusuf, kursa her geldiğinde öğrencilere çikolatalar getirir ve satardı. Daha çok şekli bozulmuş Halley getirir, normal fiyatın biraz altında bir fiyat koyarak satardı. Parasını peşin veremeyenlere vermemezlik etmez, verdiği kadar not alır ve arada bir verileceklere bu borçları hatırlatırdı. Yusuf, ödevlerini genellikle aksatır, kursta bir sonraki günün ezberini yapmaz, evde yapacağım diyerek maç yaparak ve Halley satarak vaktini geçirirdi.

Dönemin bitmesine üç hafta kala Yusuf’u bir telaş sardı. Az çok bizim hafızlığa başlayacağımız kesin gibiydi -hatta yavaştan başlamıştık- ama Yusuf için bu durum net değildi. Mezun olabilir ve bizden ayrılabilirdi. Selim’e ve bana ne yapması gerektiğini söylediğinde ikimiz de aynı anda ödevlerini zamanında vermediğini ve hep erteleyerek geçtiğini söyledik. Bizden ayrılmak istemiyordu ama performansı da pek iç açıcı değildi. Tembel gibi bir imajı vardı…

Selim’le o aralar akşamları koğuşta Yusuf için ne yapabiliriz diye düşünüyorduk. Selim, derslerini acilen düzeltmesi gerektiğini, yıl sonunda mezun edilse bile en azından hocayla konuşulup, deneme süreciyle hafızlığa alınabileceğini söylüyordu. Ama bu nasıl mümkün olacaktı? Birden aklımıza parlak bir fikir geldi. Yusuf’un her gün eve gidip geldiği için; ev ortamıyla muhatap olduğu ve hemen her gün TV izlediğini biliyorduk. Eğer Yusuf evden ayrılıp kursa gelirse, akşamları yurtta yatılı kalırsa, hep birlikte ders çalışabileceğimizi ve Yusuf’un da ödevini yapmasına yardımcı olabileceğimizi düşündük. Tek bir sorun vardı, Yusuf’u Halley’lerden ayırabilir miydik bilmiyorduk… Çünkü Halley satışı gün geçtikçe artıyor, Yusuf cepleri dolu eve gidiyordu. Halley’den kazandığını annesine verdiğini biliyorduk, durumları pek iyi değildi, bu şekilde Yusuf evlerine katkı sağlıyordu. Kursta bir kantin yoktu, kursun etrafı da tarlalar ve elma ağaçlarından ibaretti. En yakın belde yaklaşık 6 km sonra Ankara’nın Çubuk ilçesiydi ve çarşıya gitmek için hocalardan izin almak gerekiyordu. Bu, çok zor bir süreçti. Bu yüzden Yusuf, çok önemli bir talebi karşılıyor, bizim çikolata ihtiyacımızı gideriyordu. Yusuf, Selim ve ben aynı yıl kursa başlamış, aynı sırada tanışmış ve birbirimizin ilk arkadaşı olmuştuk. Aramızda bu yüzden diğer arkadaşlarımıza nazaran daha yakın samimi bir ilişki vardı. Yemeklerden namazlara genelde hep birlikteydik. Yusuf’tan ayrılmak istemiyorduk. Bu yüzden ne yapabiliriz diye epey düşününce, Yusuf’a ancak ders çalıştırarak yardımcı olabileceğimize karar verdik.

O gece yaşadıklarını bize anlattığında sevinçten ağladığımızı dün gibi hatırlarım. Babası da annesi de Yusuf’u kucaklamışlar. Halley’in önemli olmadığını, hafızlığa başlarsa çok mutlu olacaklarını söylemişler.

Ertesi gün Yusuf’a teklifimizi yapığımızda, önce önemsemedi sonrasında olur mu ki diyerek nasıl olabileceğini konuşmaya başladık. Tahmin ettiğimiz gibi Halley işi sekteye uğrayacağı için çekinceliydi… Ona hafızlığa başlayınca Halley işinde yardımcı olacağımızı, hatta kursta bir iş bölümü yaparak Halley satışına benim ve Selim’in de katkı vereceğini söyledik. Akşama eve gidince annesine ve babasına söylemiş, bizden bahsetmiş, hafızlığa başlayınca yine Halley işini sıkı tutacağını, başlayana kadar kursta yatılı kalmak istediğini belirtmiş. Annesi ağlayarak kendisine sarılmış… O gece yaşadıklarını bize anlattığında sevinçten ağladığımızı dün gibi hatırlarım. Babası da annesi de Yusuf’u kucaklamışlar. Halley’in önemli olmadığını, hafızlığa başlarsa çok mutlu olacaklarını söylemişler.

Üç hafta içinde Yusuf ders aksatmadan eksiklerini tamamladı ve bize yetişti. Nasıl mı, tabi ki Selim ve benim gayretim ve taktiklerimle… Hocamız şaşırmış, kursta bu hızlı ilerleme diğer hocalara kadar gitmişti.

Üç hafta sonra Selim, Yusuf ve ben karnemizi sonra alacaklar listesinde gördük. Hafızlığa başladığımız tescillendi. Yaklaşık 10 ay gibi bir sürede de hafızlığı bitirip aynı yıl imtihanlara girdik ve kazandık. Hafızlığa başladığımız günden mezun olana kadar, kuran kursunun en büyük şirketini kurduk. Şekli bozuk Halley pazarını Ülker’in İkram bisküvisi, Albeni ve Metro’larıyla genişlettik. Ben tahsilatlardan, Yusuf malların kursa getirilmesinden, Selim ise siparişlerden sorumluydu.

Mezun olduktan sonra da arada bir araya gelmeye devam ettik. Selim Makine Mühendisliği, Yusuf Gıda Mühendisliği, bense Harita Mühendisliği bölümlerini bitirdik. Yıllar sonra Ankara’da bir araya geldiğimizde, Halley’den hafızlığa uzanan serüvenimiz, işte bu güzel günlerin, arkadaşlıkların, dostlukların ve anıların tazelendiği muhabbetlere dönüştü.


GENÇ'ın Yazısı.