Denize Açılan Kapı: Rasim Özdenören
O, düşünce ve sanatını; sadece bir dünya görüşü, kültürel bir miras olarak değil, yaşayan, dünya döndükçe yaşayacak ve yaşanacak olan bir din olarak gördüğü İslam’ın doğru tasavvurundan almaktadır.
Bu yıl Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri birbirinden kıymetli ilim, düşünce ve sanat adamlarına takdim edildi. Ödül alanlardan hangisine baksak, ilim, düşünce ve sanat adına toplumsal hafızamızda derin izler bırakan isimler olduğunu görüyoruz: Münir Özkul, Rasim Özdenören, Mehmet Genç, Orhan Gencebay, Hüseyin Kutlu, Cemil Meriç.
Bir ilim adamı olarak, Mehmet Genç’in ödül alması bizi son derece gururlandırdı. Osmanlıyı, yani yakın imparatorluk geçmişimizi keşfetmek noktasında, yılmak bilmeyen çalışma azmiyle Mehmet Genç, yeni nesil ilim adamları için çok önemli bir örnek. Onun bu gayretini, temel eseri Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi adlı kitabına giriş mahiyetinde yazdığı, “Hac Yolunda Bir Karınca” adlı yazısında görmek mümkün. Deyim yerinde ise, Leyla Leyla derken, Mevla’yı bulan Genç, doktora derecesi için başladığı çalışmalarını, doktorayı tamamlayamasa da, Osmanlı iktisat sisteminin külli kaidelerini ortaya koyduğu pek çok eserle sonuçlandırmıştır.
Yıllar yılı eserlerini okuduğumuz, düşünce dünyamızın kutup yıldızı Rasim Özdenören’in ödül alması ise çok daha anlamlı olmuştur bizim için. Rasim Özdenören ödülünü sanat alanında almıştır. Kendisinin sanatsal değeri çok yüksek edebî eserleri vardır. Ama o bizim için sadece bir sanatçı değildir elbette. O bir neslin öncü düşünürüdür. Daha samimi söylersek –ve Cumhurbaşkanımızın da ifade ettiği gibi- bizim neslin ağabeyidir. Arı duru Türkçesi, makul bir çerçeveye oturtulmuş fikirleri, bu fikirlerin sistematik bir biçimde dile getirilişi ve kendi sadeliği içindeki derinliği, Rasim Özdenören’in benim fikir dünyamdaki en bariz yansımalarıdır.
Tanzimat Fermanıyla başlayan Batılılaşma sürecinde, Müslüman bilincin çok ciddi yara aldığı ve bizi biz yapan değerler ekseninde yaşama, düşünme ve bilim ve düşünce üretmenin sürekli kan kaybettiği hep dile getirilen bir husus. Bu süreç, “yaralı bilinç”, “parçalanmış benlik” ve yazarımızın dile getirdiği şekliyle “bölmeli kafa yapısı”na sahip; ne batılı olabilmiş ne de doğulu kalabilmiş bir düşünür tipini hediye etmiştir. Bu yaralı bilinç hali, düşünce üreten fikir adamları kadar, ilim üreten ilmiye kesimine de sirayet etmiştir. Neticede hastalıklı fikirler, içimizde gezinen yabancılar, farklı bir dünya görüşünün perspektifi ve terimleriyle kendi dünyamızı anlamaya çalışan yöntemler türemiştir.
Rasim Özdenören, arafta kalmış bu düşünür tipinin dışında kalmış nadir isimlerden biridir. O, düşünce ve sanatını; sadece bir dünya görüşü, kültürel bir miras olarak değil, yaşayan, dünya döndükçe yaşayacak ve yaşanacak olan bir din olarak gördüğü İslam’ın doğru tasavvurundan almaktadır. Bir başka deyişle onun düşünce ve sanatının olduğu gibi hayatının merkezinde de İslam vardır. Bu bakımdan yaşayışıyla, düşünce ve sanatı uyumlu; az sayıdaki tutarlı düşünür ve edebiyatçılardandır.
Arı duru Türkçesi, makul bir çerçeveye oturtulmuş fikirleri, bu fikirlerin sistematik bir biçimde dile getirilişi ve kendi sadeliği içindeki derinliği, Rasim Özdenören’in benim fikir dünyamdaki en bariz yansımalarıdır.
Onun şu satırlarını okuyalım: “Kimileri İslam denilince bir ütopyadan söz açılıyormuş gibi bir izlenime kapılıyor. Sanki İslam yaşamamız için indirilmiş bir din değil de, zihinsel bir spekülasyon! Bu niçin böyle oluyor? Sanırım, ilkin İslam’ın hayatımızdan (yalnız bireysel olarak değil, daha da önemlisi toplum hayatımızdan) uzaklaşmış olması gerçeğiyle ilgili bir olaydır bu. Halen yaşamadığımızı yaşayamadığımızı gördüğümüz İslam, sanki bir daha hiç yaşanamayacakmış gibi bir duyguya yakalanıyoruz.”
“Öte yandan, İslâm’dan bahsedilirken, sanki herhangi bir dünya görüşünden söz ediliyormuş gibi bir duygu taşıyoruz. Böyle bakılınca İslam’ı yaşanabilir (yaşanması gereken) bir olay olarak değil de, zihnî bir kategori gibi alıyoruz. İslam’ı kavramak derken, belki de her şeyden önce onun yaşanabilir bir olay olduğunu, İslam’ın bir zihin fantezisi değil, bir hayat tarzı olduğunu anlamak gerekiyor.” (Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler, s. 97, 98, kısaltılarak.)
İslam’ı böyle gören düşünürümüz, özellikle düşünce yazılarında Müslümanca yaşamanın ve düşünmenin imkanları üzerinde durur. Müslümanca Yaşamak, Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler ve bunların bir devamı niteliğinde olan Düşünsel Duruş adlı kitapları bu imkan arayışının ürünleridir. İlk gençlik yıllarımda aşkla okuduğum bu kitaplar, onun düşünce dünyası itibariyle duruşunu gösteren en kıymetli eserleridir.
Benim dünyamda Rasim Özdenören’in Denize Açılan Kapı adlı hikaye kitabının ayrı bir yeri vardır. Bugün muhtevasını hayal meyal hatırladığım bu kitabında yazar, tasavvufa yeni intisap etmiş bir sufinin mistik tecrübelerini; tasavvufun kendine has manevi dünyası ve deruni boyutu içinde işlemiş.
O günlerde aynı tecrübeleri yaşadığımdan mıdır, nedendir, kitap ruhumda derin izler bırakmış. Kitabın adıyla ve içeriği arasında ilgi kurmam ise çok kolay olmamıştı. Denize Açılan Kapı: Deniz burada mana âlemi, o mana âlemine açılan kapı ise tasavvufi bir yola intisap etmek olmalıydı. Ben o hikayelerin, bizzat yazar tarafından yaşandığına kani oldum. Bu satırlar, dedim, ancak sadrında o sırra eren birinden tezahür edebilir.
Şimdi yazardan o kitabının ismini ödünç alarak söyleyeceğim. Rasim Özdenören, yara almamış bir bilincin, parçalanmamış bir benliğin, bölünmemiş bir kafa yapısının sahibi usta bir mütefekkirdir. Bu duruşuyla İslam düşünce ve geleneğinin oluşturduğu o büyük denize açılan önemli bir kapıdır.
Onun gibi bu uğurda ömür tüketmiş büyüklerimizin büyük ödüllere layık görülmesi fevkalade önemlidir. Ama ümit ediyoruz ki onlar, ödülün büyüğünü, o en büyük günde, Yüceler Yücesi’nden alacaklardır.
Mesut Kaya'ın Yazısı.