Suskun Editörler, Kırgın Yazarlar
Editörlerin kötü metinler karşısında yapabileceği üç şey var. Ya karşısındakine kabaca “yazma” demek, ya oturup üç dört saat metin düzeltmek, ya da susmak.
John Fante’nin bir romanı var. Eserde; kendisini büyük bir yetenek olarak gören Arturo Bandini’nin ilk öyküsünün yayınlanması ile başlayan yazma serüveni anlatılıyor. Bir aşk romanı gibi görünse de bir aşıktan çok, bir yazarın iç dünyasını daha çok hissediyoruz içimizde. Bandini’nin uzun uzun mektuplar yazdığı, parkta gördüğü kızdan, etkilendiği yazarlara kadar her şeyi anlattığı bir editörü vardır. Editör her seferinde ona bir mektup, bir telgrafla geri döner. Bandini için en mutluluk verici anlardır bu anlar. Kendisini değerli hisseder. Büyük bir yazar olduğunu düşünür, kendi kendine röportajlar yapar, kendisini öven insanlar olduğunu hayal eder. Tek öyküsü çıkmış olsa da o ulaşılmaz bir yazardır artık ve içsel savaşını ta derinlerinde yaşamaktadır. Sonra bir gün kendisinden bir öyküyü değerlendirmesi rica edilir. Ölüm döşeğindeki bir yazarın öyküsüdür bu öykü. Bandini öyküyü beğenmez, basit bulur. Yazarlıktan editörlüğe geçmiş olmanın bir anlık gururuyla hasta öykücüye şöyle bir mektup yazar:
“Kaderin kötüymüş, Sammy. Bütün dünya gibi, yakında göçecek olmaktan ve bırakacağın mürekkep lekesine geniş bir perspektiften bakılmayacağını bilmekten mutluluk duymalısın. Yazdığın edebi gübre yığınını yakmanı ve bundan böyle mürekkep ve kalemden uzak durmanı öğütlerken bütün aklı başında ve medeni insanlar adına konuştuğumu bilmeni isterim. Şayet daktilon varsa ondan da uzak dur. Fakat her şeye rağmen yazma isteğini kovalamakta kararlıysan bana metinlerini yollamaya lütfen devam et. Seni en azından eğlendirici buluyorum. Bilerek değil elbette.”
Bandini bu mektubu postalamak için bir posta kutusu bulur. Başında uzun uzun düşünür. Ölümün gerçekliğini içinde hisseder. Mektubu postalamaktan vazgeçer. Odasına döner. Çalışma masasına oturur ve üç saat boyunca yazılan metinle ilgili eleştirilerini, olması gerekenleri, nazik bir üslupla, uzun uzun anlatır ve gönderir. Şu ilk anda akla gelen üç beş cümleyi, karşıdaki insanı kırmadan anlatabilmek için üç saat emek vermiş, düzletmeler yapmış, sabaha kadar uyumamıştır.
Editörlerin kötü metinler karşısında yapabileceği üç şey var. Ya karşısındakine kabaca “yazma” demek, ya oturup üç dört saat metin düzeltmek, ya da susmak. En güzeli elbette metin düzeltmek, yazarla ilgilenmektir. Ama bu; şartları zorlayan, editörün belki de diğer işlerini sekteye uğratan bir istek olur. Hatta bazen onların bu tavrında bile kötü niyet aranır. İşi yokuşa sürüyor, eziyor, zorlaştırıyor diye yakınılır ve “sen de çok biliyorsun” ukalalığı ile o kişiden uzaklaşılır. İşinde ehil olan birini hor görmek, insanın kendisini övmesinin gizli bir şeklidir. “Edep, danışanın söz tutmasıdır. Eğer sözünü dinlemeyeceksen, eğer danıştıktan sonra yine de ısrarla bildiğini okuyacaksan, hem isyanın, hem de muhatabına vermiş olduğun gereksiz yorgunluğun hesabı vardır.”
Editörler susuyorsa bu iyi bir metne kayıtsızlıktan ziyade, kötü bir metne “kötü” dememek, yazarı incitmemek adına nezaketen üçüncü yola başvurmak niyetiyle olabilir. Genç yazarlar özellikle edebi dergilerle olan iletişimlerinde, konuşan editörler kadar susan editörleri de iyi dinlemelidir. Kırılmadan daha iyisi için emek vermelidir. “İyi” metinlerin muhakkak değer göreceğini ve editörlere susma oruçlarını bozduracağını unutmamalıdırlar. İyi bir edebi metin denilince Nabokov’un o güzel tespitini aktarmadan geçmeyelim. İyi bir metinde; “Sanatçıyı iskambil kâğıtlarından kalesini inşa ederken izler ve kartlardan kalenin çelik ve camdan güzel bir kaleye dönüşmesine şahit oluruz.”
Ayşegül Genç'ın Yazısı.