6 Harfliler
İnanıyorum ki toplumdaki kanser korkusu azaldıkça hastaların moralleri ve tedaviye katılımları yükselecek, daha kolay iyileşecek ya da kanserli olarak hayatlarını daha güzel yaşayacaklardır.
1300’lerde yaşıyor olsaydık en çok korktuğumuz hastalık veba olurdu. Hakeza yine antibiyotik öncesi çağlarda muhtelif bulaşıcı hastalıklar ve tabiat şartları sağlığımız açısından bizi tedirgin edecekti. Yüzyıl kadar önce Güney Kore’de doğan bir bebeğin 23 yıl ömrü olacağı bekleniyordu. Şükür, antibiyotik ve aşı icatları, sağlık hizmetlerinin güç kazanması ve belki de en önemlisi insanlar arasında bilgi paylaşımının artması sayesinde bu sayı günümüzde Güney Kore’de 80, Türkiye’de 76 yıl düzeylerinde.
İnsanlığın ömrü uzarken haliyle yaşlanmaya, yıpranmaya bağlı hastalıklar daha çok görülmeye başladı. Kimyasallardan radyasyona, dış etkilerin de artması ile kanserler günümüzde halkın en korktuğu hastalıklar haline geldi.
Yani (görece) bu kadar uzun yaşamasaydık ve teknolojinin nimetlerinden mahrum olsaydık kanser bu kadar da dikkatimizi çekmeyecekti. Belki temiz suya ulaşamadığımızdan çok daha erken yaşta koleradan yitip gidecek, kanserin adını dahi duymayacaktık.
Kanserli yakınlarımızı daha iyi anlamak ve tedavi süreçlerini onlarla daha iyi paylaşmak için kanser ve ilişkili kavramlara değinelim.
Kanser kısaca, genetik yapılarının (DNA) bozulmasına bağlı olarak hücrelerimizin deli gibi çoğalması ve zararımıza olacak şekilde çalışmasıdır. Bulaşıcı bir hastalık değildir.
DNA bir hücrenin yapacağı işlerin yazdığı bir koddur. Haliyle kodun bozulması işlerin de rayından çıkması demek. Bozulmalara (mutasyon) kimyasal maddeler, radyasyon, bazı virüsler ve sürekli tahriş/yaralanma gibi etkiler sebep olabilir. Genetik yapının bozulması aslında nadir bir olay değildir. Her gün on binlerce hücrede genetik sorunlar olur. Öncelikle hücre içi tamir mekanizmaları bunları büyük oranda düzeltir. Düzeltemezse muhteşem bağışıklık sistemimiz bu bozuk hücreleri tespit ederek yok eder. Hatta çoğu zaman buna gerek kalmadan hücreler kendini eritirler.
Bazen bu doğal süreçler kafi gelmez, hücrelerin çoğalmasının önüne geçilemeyecek ve dışarıdan bir müdahale gerekecektir.
Radyasyon: Enerjinin bir ortamda yayılmasının genel ismidir. Bunun içine odamızdaki lambanın yaydığı ışık da girer güneşinki de, röntgen aletinden çıkan ışın da nükleer patlamadan yayılan da... Lakin yıkıcı etkisi enerji seviyesine, dalga boyuna ve frekansına göre değişiklik göstermektedir.
Hücreler neden çoğalır?
İlk olarak biz tek bir hücreden ibaretken zamanla büyüyüp serpilmemiz ve bu yazıyı okurkenki halimize erişmemiz için. Sonrasında da parmağımızı kestiğimizde yaranın kapanması, eskiyen veya iş görmez hale gelen hücrelerin yenileriyle telafi edilmesi, vücuda giren mikroba karşı bir ordu kurulması için hücrelerin çoğalması devam eder.
Normalde hücrelerimizin içinde ve çevresinde çoğalmasını düzenleyen ve sınırlayan unsurlar vardır. Bu sistemi kodlayan genler bozulursa hücreler nerede duracaklarını bilemezler, amaçsız ve fütursuzca çoğalırlar.
Tümör, halk arasında kanserle eş anlamlı gibi kullanılsa da tıpta kitle/yumru/şişlik demektir. Bu kanser olabileceği gibi kendiliğinden gelip geçen bir şişlik dahi olabilir.
Huy meselesi
İyi huylu tümörler, yine hücrelerin amaçsız çoğalması söz konusu olmakla beraber çevre dokulara, vücudun farklı yerlerine yayılmayan tipteki kitlelerdir. Diğer adları: Selim tümör, benign tümördür. Akıllı uslu durdukları yerde dururlar. En yaygın örneği, derimizdeki “ben”lerdir.
İyi huylu tümörler, çoğunlukla hayatı tehdit etmezler. Tabi kitlenin baskı yapması bazı yerlerde kan akışını, sinirsel iletimi bozabilir. Yahut kafa içi, solunum yolları, kemiklerde yer kaplamaları sorun teşkil edebilir. Hormon bezlerinde fazla salgılanmaya sebep olabilirler. İyi huylu tümörlerin kötü huylu hale geçmesi söz konusu olabilir. Bu gibi durumlarda doktorlar iyi huylu tümörlerin de cerrahi olarak çıkarılmasına karar verebilirler.
Kötü huylu tümörler, çevresindeki dokulara hatta başka organlara yayılan (metastaz), daha hızlı çoğalan ve hatalı çalışan hücrelerden oluşan kitlelerdir. İşte bunlara kanser denir. Hayatı tehdit eden etkilere sebep olurlar. Diğer isimleri: Habis tümör, malign tümördür.
Bir tümörün iyi huylu mu kötü huylu mu olduğu hastalığın seyri, yeri, hızı, görüntüleme yöntemleriyle elde edilen görüntüleri ile büyük oranda anlaşılabilir. İlgili dokunun mikroskop altında incelenerek karar vermek için dokudan bir parça ya da tamamının alınmasına biyopsi adı verilir.
Karar verildikten sonra doktorlar tarafından hangi evrede olduğu belirlenir ve ona uygun bir tedavi uygulanır. Bu tanı ve tedavi ileri bir uzmanlık gerektirir, bu alanda çalışan doktorlara onkolog denir.
Her organın ve dokunun kanseri bambaşkadır. Yani tek bir kanser söz konusu değildir. Farklı dokuların kanserleşmesi söz konusudur. Hatta on binlerce genimizden hangi-sinin/-lerinin mutasyonundan kaynaklandığına göre farklı bir sınıfa girer ve her biri kendine has şekilde teşhis ve tedavi edilir.
Kanserlerin hemen hepsi için erken teşhis çok önemlidir, hayat kurtarıcı olabilmektedir.
Tedavinin üç ana yöntemi vardır.
1- Cerrahi olarak tümörün çıkarılması. Her ne kadar kesin çözüm gibi gözükse de kanser dokusu kanser olmayan dokudan net bir şekilde ayırt edilemeyebilir yahut her bir kanser kitlesinin cerrahi olarak çıkarılması mümkün olmayabilir.
2- Kemoterapi, yani ilaçlarla tedavi demektir. Kanser hücrelerinin öldürülmesi için yan etkileri olan ağır ilaçlar kullanılır. En bilinen yan etkiler saç dökülmesi, mide bulantısı ve bağışıklık sisteminin baskılanmasıdır. Yan etkilerinin üzücü olması ile birlikte her gün daha iyisi keşfedilmeye çalışılan bu ilaçlar birçok hayat kurtarmış, kurtarmaya devam etmektedir.
3- Halk arasında gayet güzel bir şekilde “ışın verilmesi” olarak adlandırılan radyoterapi. İleri teknoloji cihazlarla kanserli dokuya nişan alıp radyasyon verilerek yok edilmesidir. Radyasyon bir taraftan hücrelerin genetik yapısında bozulmalara ve dolayısıyla kanserleşmeye sebep olabilirken, kontrollü kullanıldığında o hücreleri öldürerek kansere tedavi olması da ilginçtir. En önemli yan etkisi de çevre dokularda kanserleşmeye sebep olabilmesidir.
Bu yöntem her geçen gün geliştirilerek yan etkileri azaltılmakta, etkisi arttırılmaktadır. Öyle ki bazı kanser türlerinde ameliyatla kanser kitlesini çıkarmış ve geride hiçbir şey bırakmamışcasına etkili olmaktadır. Bu yöntemler farklı kombinasyon ve sıra ile kullanılır. Bunların yanında bilinen bir gerçektir ki tedavinin olmazsa olmaz parçası hastanın katılımı ve morali, hasta yakınlarının desteğidir. Yüksek moral-motivasyonun iyi tıbbi bakıma katkısı sayesinde kanserle yaşamış yahut tedavi olmuş birçok kişi vardır.
Kanser hayatı tehdit etmesi ve sıklığı itibariyle en önemli hastalık türlerinden biri olmakla beraber tıptaki sayılamayacak kadar çok hastalıktan biridir ve gereken önem verildiği için her gün yeni bir gelişme yaşanan bir alandır. Gereken önem verilmediğinden “yetim” kalmış birçok hastalığın durumu kanserden daha iyi değildir.
Özellikle senaristlerden ve medyacılardan “burada kötü hastalık olsun, hmm, kanser diyelim” gibi kolaycılığa kaçarak kanser konusunda toplumda oluşan tedirginliği arttırmamalarını, mevcut ve muhtemel kanser hastalarının en çok ihtiyacı olacak moralleri ile oynamamalarını rica ediyorum. Bir doktorla konuştukları takdirde istemedikleri kadar çok “kötü hastalık” duyabilirler.
Hakeza biz de bireysel olarak kötü hastalık örneği olarak kanseri tercih etmeyelim ki toplumdaki kanser korkusuna bir damla da biz katkı sunmayalım. Kanserli kişilere farklı muamele yapmamıza çoğu zaman gerek yoktur. Elbette hassasiyetlerinin farkında olalım ama gelecekte bu hastalıktan muzdarip olacak kişilerin hüzne düşmemeleri için algımızı da değiştirelim.
İnanıyorum ki toplumdaki kanser korkusu azaldıkça hastaların moralleri ve tedaviye katılımları yükselecek, daha kolay iyileşecek ya da kanserli olarak hayatlarını daha güzel yaşayacaklardır.
İşte Aziz Sancar ve diğer iki bilim adamına nobeli kazandıran tam da bu mekanizmaya, yani bir şekilde hasar gören DNA’nın hücre içindeki tamirine, ışık tutan çalışmaları olmuştur. Çünkü bu mekanizmanın daha iyi anlaşılması, onu güçlendirecek yahut taklit edecek çözümler geliştirmenin ve kanser tedavisinde kullanmanın yolunu açabilir.
Ayrıca geçtiğimiz Eylül’de iki farklı bilim adamına verilen Lasker Temel Tıbbi Araştırma Ödülü de yine DNA hasarının düzeltilmesi konusundaydı. Bu konuda çalışmanın ne kadar önemli olduğunu biz gençlere gösteren iki ödül.
Hüseyin Küçükali'ın Yazısı.