İnsan Gerçekten Hayret Ediyor!
İkinci öğretim olarak üniversite okumanın dezavantajları, avantajlarını döver diye düşünüyorum. Herkesin dipdiri ayakta olduğu saatlerde daha uykusunun yarısındadır çünkü ikinci öğretimler. Herkesin uyuduğu saatte de ayakta olurlar. Neyse ki konumuz bu değil...
5 yıldır ikinci öğretim olarak devam eden üniversite hayatımızda, kazandığımız en önemli alışkanlıklardan biri de akşam yemekleridir. Hafta içi her gün 17.00`de başlayan ilk dersimize, yemekhanenin kapanmasına doğru yani 18.30 civarında ara verilir. Sınıfın büyük çoğunluğu hep birlikte yemekhaneye gider. Ders saatleri haricinde bir araya gelemeyen öğrenciler, bu vesile ile muhabbet etme imkanı bulur. En önemli artısı budur. Bir diğeri de uygun fiyata karın doyurmak olsa gerek :) Neyse ki konumuz bu da değil...
Yine bir ders çıkışı üç arkadaşımla beraber öğrenci yemekhanesine gidiyoruz. Menü her zamanki gibi dolu dolu. Aşçılar da hakkını vermiş, sağ olsunlar. Yemeğimizi afiyetle götürürken Murat, tabağındaki yemekteki etlerde gereğinden fazla yağ olduğunu fark ediyor. Biraz kızdıktan sonra çok garip bir tepki daha veriyor. "Bunu üniversitenin itiraf sayfasına mutlaka yazmalıyım. Bu ne arkadaş?!"
O an bir şey söylemiyorum. Ders bitiminde eve gittiğimde başlıyorum itiraf sayfalarını dolaşmaya. İnsanlar aklına ne geldiyse paylaşmış. Kimi sinirlendiği bir kişiye imalı sözler söylüyor. Kimi otobüste gördüğü hanım kişiye ilan-ı aşk edip kendisiyle iletişim kurmasını istiyor. Kimi aşk acısından sıkıldığını itiraf edip o multi zekasıyla "aklınız varsa evlenmeyin hacı" telkininde bulunuyor. Elhasıl yazıyor da yazıyor...
İlk meseleye gelelim. İnsan sinirlendiği bir kişiye, belki de onun hiç görmeyeceği bir ortamda neden kötü sözler eder ki? Üstelik o problemini anlattığı insanları tanımaz etmez. Zaten anlatsa da, o paylaşıma yapılan yorumlar kendisiyle dalga geçenlerden ibarettir. En iyi ihtimal sahte bir hesaptan asılırlar. Bir ihtimal daha var. O da ikinci el eşya ile ilgili bir yorumdur...
Diğer meseleler ilkinden çok daha vahim. Biri yazmış "Madem sevmeyecektin, niçin "öğrenci kartımı şoföre uzatır mısınız" dedin?" Böyle bir itirafın sosyal analizini yapsak, nil timsahlarının yalnızlığı bile daha akilane kalır sanırım. İnsan gerçekten hayret ediyor.
Üç günlük aşk hikayesinin beş gün acısını çeken arkadaşla da empati kurmak gerek. Gerçi bir hafta sonra başka bir aşka yelken açacaktır ama olsun. Ne de olsa dünyanın en ağır yükü onun omuzlarında. O yürek yangınıyla "aklı olan evlenmesin" yazmış bir de. Oldu...
Teknoloji dünyamıza gireli, insanlığın sosyal açlığı her geçen gün daha da artıyor. Evvelce mahalleler arası içine kapanıklık varken, şimdi sokaklar hak getire. Herkes bırakın evine kapanmayı sadece kendi odasında arıyor mutluluğu. Avcundaki binlerce liralık cep telefonu, artık onun dünyası olmuş. O görünüşe göre küçük ama muhteva olarak uçsuz bucaksız dünyada sosyal tatminsizlik var. İnsanlarla göz göze gelinen ortamlarda bulamadığı iletişimi, sayısız sosyal paylaşım sitelerinde, hiç tanımadığı insanların mahremlerinde yahut bir sosyal çöküntünün bariz örneği olan itiraf sayfalarında arıyor.
Aslında hissettiği o ihtiyaç, damarlarındaki asil kanda mevcut. Yani birisine sinirlendiğinde, yüzyıllardır süregelen "git-konuş" düsturunu uygulayabilir. Derdini konuşarak halledebilir. Otobüste gördüğü hanım kişiyi gidip ailesinden Allahın emri Peygemberin kavli ile isteyebilir. Yemekte fazlaca bulunan yağ sebebiyle aşçıları itiraf sayfalarında rencide etmek yerine durumu aşçı efendiye bildirebilir. Bunun gibi bir çok çözüm önerisi getirilebilir.
Sosyal mecraların bir bakıma yararı olsa da, diğer yandan bir bataklık gibi olduğu aşikar. Kendini oraya ait hisseden insanlar, bir samimi muhabbeti, dostlarıyla diz dize oturup göz göze bakma ihtiyacını yine sosyal medyada arasa da, dostlarının dizinin dibi her zaman müsait aslında. İnsan bataklığa düşünce daha da içine dalarak çıkamaz oradan. Aksine dışarıdan kendisine uzanan eli tutması gerekir ki çıkabilsin. Velhasıl, insan gerçekten hayret ediyor. Ama hayret yetmiyor demek ki. Gayret de gerekiyor...
Yunus Emre Avşar'ın Yazısı.