Herkes ait olmayı istediği dünyanın hayalini kurar ve kahramanlarını oradan seçer. Ben de kahramanımı bu eski çarşıdan seçtim.

nsanın çocukluk anıları sırtına yapıştırılmış karasakız gibidir. Söküp atamaz. İstediği kadar büyüsün unutamaz, bazılarını ise unutmak istemez.

Konyalı olanlar yahut Konya’ya yolu düşenler tarihi camilerin bir nevi direk olup ayakta tuttuğu Bedesten çarşısını iyi  bilirler. Kına kokusunun naftaline karıştığı, sünnet kıyafetleri ile okul çantalarının yan yana durduğu, müdavimlerinin tirit mi yiyelim yoksa etliekmek mi diye bîkarar kaldığı, küçük dükkânları ve şirin mağazaları ile geçmişten mancınıkla  fırlatılmış bir tarihi eser gibidir bu çarşı…

Doğalgaz sektörü sobacıların elini kolunu bağlasa da süpermarketlerde kına, kestane, ıhlamur bulunsa da, modern attarlar  AVMlerde yerlerini alsa da “bitli baklanın kör alıcısı” misali bu çarşının ne müşterisi ne esnafı eksik olur. Yeni açılan onca modern  yapıya ve caddelerde mantar gibi biten garaip modern insana rağmen bu çarşı memleketimin taşralı çocuğu olup sattıkları ile değil satmadıkları ile ayakta durmaya devam etmektedir.

R. Halit Bey “evde sıkılanın memleketinde eğlenmesi pek şüphelidir” buyursa da memleketimde eğlendiğim, çocukluğuma  döndüğüm tek yerdir Bedesten çarşısı. Bu yüzden muhakkak namaz vakitlerini Kapu camisinde kılmak için ayarlar, Bedesten’de  avara kasnak gibi döner, attarların önünü deli ot yemiş danalar gibi arşınlarım. :)

Cuma vakitlerinde camiye koşan yaşlı amcaların adımlarında ruhumu dinlendirir, vaaz sesinin dükkânların taraçalarına çarpıp geri  dönen hüznünde bir müddet debelenir, sümük çekerim. Öğrenciyken yaka silktiğimiz esnafa merhamet eder, “şu yumurtaya nal  çakmaya hevesli öğrenci milletinin hiç mi suçu yoktur” der yaşlandığımı bile hissederim.

Bedesten’de Kapu camisinin hanımlara ayrılmış haznesinde oturduğum anlar Rabbimin beni erkek olarak yaratmış olmasını  arzuladığım nadir anlardandır. O müthiş kalabalığın içinde saf durmak, hanımlar bölümünü beslenme ve dinlenme yeri olarak  kullanan ablalarla tek saf tutmaktan daha cazip gelir. Ahşap direklerin arasında bazen sırt sırta bazen dip dibe namaz kılmak o tarih  kokan havayı teneffüs etmek; bu esere voltran gibi sonradan eklenmiş soğuk ve küçük bölmede namaz kılmaktan elbette daha  tatlıdır.

İşte o anlarda yaşı kemale ermiş bir dede olmayı caminin etrafındaki bir dükkânda kepenk açıp kapatmayı arzularım. Bir tane yelek  satıp günlük rızkımı çıkarmayı, namaz vakitlerinde sırtımı Kapu camisinin geçmişte halkı cezbeye getirmiş vaizlerine dayayarak  yaşamayı ve vakit tamam olunca halkı yormadan üçler mezarlığına götürülüp bırakılmayı canhıraş arzularım. Kapu camisinin etrafına konuşlanmış eşrafı ne kadar istesem de biyolojik bir varlık olarak göremem. Onlar şahsiyettir gözümde. Bu şahsiyetlerin küçük  dükkanları da bir ekmek kapısı, helal rızk merkezi, maişet noktası olarak görünür gözüme. Esnafın istiğna hâlinde yaşadığını  düşünmek bağrımın bir hasta eli gibi tir tir titremesini engeller. Bu hüsnü zan ile aheste revan akıp giderim düşünce  basamaklarından.

Eskilerin tabiri ile çok şey bilenlerin cehaleti, agâh olanların suskunluğu yeniden demlenir ruhumda. Şu camını hamurlu kâğıtla  sağlamlaştıran yaşlı esnafın, Gordion düğümü gibi kredilerle bankalarla uğraşmayacağını düşünürüm.

Bezirlenmiş yer tahtalarını süpürürken bile yeri incitmeyen, gece tespihatını ayrı, gündüz tespihatını ayrı bir ritimle icra eden, teravihte salatı ümmiyeyi söylerken şaha kalkan akabinde gözyaşları ile sakallarını sıvazlayan, komşularının düğününü nişanını cenazesini sünnetini asla terk etmeyen, kendisine hacı efendi diye seslenen eşine yumuşacık davranan bir hayal kahramanı düşlerim. Sonra bu yaşlı amcaların hâlini, derdini, hicrini düşüne düşüne ayrılırım Bedesten’den. Kabala karpuz gibi otobüslere dolup boşalan  insanlardan biri olup şehrin akışında kaybolup giderim. Hayal kahramanım her daim Bedesten’dedir lakin. Benim yerime kırmızı  biber ile yeşil kınadan Allah’ın boyasına yol bulmaya kına gecesi tepsilerinden pullu yazmalardan Saliha bir nesil büyütmeye,  ayakkabı ökçesi çivisinden Musul tülbendinin milimetrik hatlarına kadar tefekkür edip “yer ile gök arasında ne varsa hepsi Allah’ındır”  yeti celilesine uzanmaya devam etmektedir. 

Yerliliği ve kendi değerlerini küçümseyen AVM kuşları sosyal skalanın en alt kertesine hapsedeceklerdir gül suyu kokan, gül lokumu  yiyen, gül denilince cezbeye gelen bu yaşlı kahramanları… Hatta kahramanlık kontenjanına almaya bile layık görmeyeceklerdir. Herkes ait olmayı istediği dünyanın hayalini kurar ve kahramanlarını oradan seçer. Ben de kahramanımı bu eski çarşıdan seçtim.  Dönüp dolaşıp aynı noktaya vardığımda beni orada bekleyenin bozulmamış ve bükülmemiş olması hayalini büyütüyorum. Global  rüzgar eserken hayat şartları sel olup akarken tutunduğum dalın benden, kültürümden ve değerlerimden bir parça olup sapasağlam  durmasını/ dayanmasını istiyorum. 

Bedesten çarşısında bıraktığım o yaşlı hayal kahramanının ceberut fikirlere ve dünya görüşlerine, içindeki safderun iman ile kağnı  dayağı gibi direnmesini istiyorum.

Eskiden dervişler, kimselerin alışveriş yapmadığı dükkanlardan alışveriş yapar, kimsenin selam vermediği insanlara selam verir, kimsenin uğramadığı mezarlıklarda dua ederlermiş. İşte o dükkanlardan alışveriş yapmak, o yaşlı kahramanlara selam vermek; o  maişet noktalarının kimsesizler mezarlığına dönmemesi için yapılan fiili bir dua gibidir


Ayşegül Genç'ın Yazısı.