Babalarımın Günü, Aslında Benim Günüm...
Babalar günü münasebetiyle duygularımı ifade etmek, onları (babalarımı) tanıtmak geçti içimden. “Bize ne senin babalarından?” diyebilir, hatta “Ne? babalar mı? Birden çok baba mı?” diye burun kıvırabilirsiniz. Olsun. Ben anlatayım. Siz de tanıyın. Kararınızı sonra verirsiniz.
izim kuşak, eskiden “analar, babalar gününe” olumsuz bir gözle bakardı. “Bizim için her gün analar günü” derdi.
Bizim dışımızdakilere benzemekten şiddetle kaçınırdı. Ama köprünün altından epey sular akınca değişti bakışlar. Şimdi bizim mahallede de anneler- babalar günü önemsenmekte. Kısa bir süre önce babalar gününü kutladık. Ben de babalarımı hatırladım, onları andım. İş böyle olunca, babalar günü münasebetiyle duygularımı ifade etmek, onları (babalarımı) tanıtmak geçti içimden. “Bize ne senin babalarından?” diyebilir, hatta “Ne? babalar mı? Birden çok baba mı?” diye burun kıvırabilirsiniz. Olsun. Ben anlatayım. Siz de tanıyın. Kararınızı sonra verirsiniz.
Babam deyince ilk aklıma gelen muhterem ve çilekeş babam Hz. Âdem oldu. İlk insan olarak cennette yaratılmak, meleklere karşı “ilimle” ilk sınavı vermek, onların secdelerinin işaret noktasında bulunmak güzel şeyler. Ne var ki bir süre sonra ebedi düşman şeytana uyup yasak olan şeyden yiyerek günaha bulaşmak; kötü bir son. Ama onu peygamberlik makamına ulaştıracak süreç belki de burada başlar. Bir suçlu olarak sorgulandığında kendisine mazeret aramak yerine, “Ya Rabbi biz nefislerimize zulmettik. Sen bizi bağışla. Eğer sen bağışlamazsan biz gerçekten kaybedenlerden oluruz.” diye yaptığı, yıllarca süren tövbe ve duasıdır. Bana da “bir gün sende isyana dalarsan, başkalarına suç atıp mazeret arama, sığınırsan O’nun rahmetine, merhameti boldur O’nun...” diye öğüt verdi. Yeryüzünün bâkir alanında ilk insan olmanın zorluklarını hayal bile edemiyorum. Sonra evlatlarının babası olarak devam eder hayat. Nesil ve nüfus çoğalmaya başlayınca, yeni bir görev babamın omuzlarına yüklenir. Peygamberlik. Her peygamber önce ailesinden başlar ya... Onun için mukadder bir başlangıçtır bu… Ne var ki ilk kaybı oğlundan verir. Oğlu Kabil karşısında canavarlaşınca diğer oğul Habil, bir peygamber sabrının eşiz örneğini gösterir.
Ne zormuş böyle bir günde baba olmak… Allah’ın taksimine rıza göstermeyerek, O’na ve peygamberine karşı gelip, cinayet işleyen ve cinayet işlemenin yolunu açan, kıyamete kadar işlenecek tüm cinayetlerden nasiplenecek bir evlada sahip olmak... O günün şartlarında görevini bi-hakkın ifa ettiği hâlde, bu acıyı yaşayan bir babadan bana kalan en önemli nasihat: “Evlatlarına sahip ol. Yoksa sonra ağlayıp sızlamak fayda vermez!” oldu.
Size ikinci babam Hz Nuh ‘u tanıtayım. 950 yıl üzerine aldığı davet görevini bıkmadan sürdüren, ama eşi ve oğlu tarafından da tasdik edilmeyen bir peygamberdir O… Dile kolay 950 yıl. Bu rakamı birden başla da yaz deseydik birisine; işkence olarak algılanırdı. Bu hayatı yaşamak, bıkmadan davet etmek ve reddedilmek…
Sonunda inşa edilen gemi ve yeni bir imtihan… Son anlarında eşiyle yaptığı görüşmeler kaydedilmez Kur’an’da. Ama oğluyla olan diyalog zikredilir. Müşfik bir baba olarak yalvarır. “Oğlum bugün Allah’ın koruduklarından başka kurtulacak yoktur.” Ama her zamanki gibi itirazi bir cevap. “Ben dağlara çıkarım.” Heyhat ki, babanın gözleri önünde dalga yutar oğlunu, nerdeyse bin yaşına merdiven dayamış bir peygamberin nur yüzünde oğlunu iman gemisine bindirememenin acı ve ıstırabı vardır. “Ya Rab! Hani ailem kurtulacaktı ?” diye dua ve serzenişte bulununca, “İman etmeyen ailenden değildir!” uyarısını alır. Yani bildiğimizin ve algıladığımızın ötesinde bir aile tarifi yapılır.
Sonra Kur’an’da “Atanız” diye tarif edilen Hz. İbrahim... En zor sınavların muhatabı… Putları ve sistemini koruma adına, mağarada dünyaya gözlerini açmak zorunda kalıp, putçu bir babanın evinde yetişen, bu mücadeleyle gelişen bir yiğit. Elinde baltasıyla putların işe yaramazlığını haykırarak işe koyulmuş, ateşe atılmış, diyar diyar gezmiş bir davetçidir benim babam...
“Ya Rab! Hani ailem kurtulacaktı ?” diye dua ve serzenişte bulununca, “İman etmeyen ailenden değildir!” uyarısını alır. Yani bildiğimizin ve algıladığımızın ötesinde bir aile tarifi yapılır.
Bir baba için en zor şey evladı üzerinden imtihan olmaktır. Önceki babalarım gibi türlü imtihanlardan geçer. Ama bu babamın imtihanı sanki biraz daha ağırlaşır ve oğlunu kendi eliyle kurban etmesi emredilir. Elhamdülillah ki, kazanır sınavı. Ve o artık “HALİLÜRRAHMAN”: “Rahmanın dostudur”. Böylesine kutlu bir babanın evladı olmak bir şeref değil mi benim için? Ve Allah bu babamı o kadar sever ki, her namazda ona selam gönderttirir, dünyanın her ucundan, kıyamete kadar… Yılmadan, yıkılmadan, yaşadığı farklı coğrafyalarda dimdik ibadetle yetişen, bazen de benim için endişelenip dualar eden babamdır o benim.
Evlat hissiyatını, onların gelecekleri için nasıl dua edileceğini öğrendim ondan.
Ailenin reisi ayetin ifadesiyle “KAVVÂM” dır. O sadece ailesini düşünmeyecek sosyal sorumlulukların da sahibidir. Yeri gelecek savaş meydanlarının korkusuz mücahidi olacak, ailesine yaptığı bakım ve ihsanla “en büyük sadakayı” verecek, zalime engel olma, mazluma yardım etme gibi bir görevle hayatını cennete hazırlayacaktır. Aynı zamanda bir baba olarak evlat yetiştirmenin zorluğunu onlara bakınca bir kat daha anladım.
İşte bu babalar her gün yâd edilecek babalardır. Ben de bu vesile ile yakarıda tanıtmaya çalıştığım muhterem babalarıma ve bunlara benzemek için gayret içinde olan tüm babalar için duacıyım.
Haşim Akın'ın Yazısı.