Şunun şurası 200 yıllık bir devletleri var, ama 50’li yıllardan itibaren sadece dünyayı değil, algımızı, zihnimizi ve hayat tarzımızı yönetme iddiasındalar. İşin kötüsü bunu başarıyorlar da… ABD’den bahsediyoruz. İslam coğrafyasının mazlumluğunu artıran operasyonları ve dışarıdan Müslüman göçmen kabul etmemeyi tartışacak bir akıl tutulması ile anılan bu ülke son dönemde ilginç bir ihracat kalemine daha sahip olacak gözüküyor. Ne mi dersiniz? ABD topraklarında yetişen genç Müslüman âlimler… Bunlara ilim adamı demek yetmez aslında, sosyal girişimci daha uygun bir tabir. Anadili İngilizce, Kur’an ve Sünnet’e vukufiyeti yüksek, tebliğ ve irşat vazifesini hayatlarının birinci işi yapmış yeni nesil Amerikalı sosyal girişimciler, ilk defa İslam dünyasının coğrafi sınırlarının dışında bir etki alanı oluşturmayı başarıyorlar. Çoğunu internetten tanıdığımız bu isimlerin ortaya koyduğu çalışmaların etkisi bir müddet sonra kapağımızda yer alan şu ifadeyi haklı çıkaracak, hiç şüpheniz olmasın: Dava Out, Da’wah In...

- Numan Ali Khan’ı biliyor musun abi?

- Bilmiyorum.

- Nasıl bilmezsin abi, millet onu dinliyor.

- Öyle mi, niye?

- Yakalıyor abi gençleri, hem bilgilendirici hem de güncel.

Zaytuna Enstitüsü gibi güzel çalışmalara imza atan Hamza Yusuf’u, iyi bir Hıristiyanken hidayet bulan ve hikâyesini GENÇ’te paylaştığımız Yusuf Estes’i biliyordum ama doğrusu Numan Ali Khan’ı duymamıştım. Araştırmaya başladığımda karşıma 1978 Berlin doğumlu, Pakistan asıllı Amerikalı bir Arapça öğretmeni çıktı. Araştırma derken bunun artık Google’a istediğimizi yazıp enter’a basmak olduğunu söylememe gerek var mı bilmem. Khan’ın Beyyine Enstitüsü adında bir kurumu var ve Arapça öğretmenliği yapıyor. Ama esas şöhreti ya da etkinliği sanal dünyada paylaşılan ve yoğun ilgi gören konuşmalarında… İnternette, bir kısmını Türkçe alt yazıları ile de bulacağınız birçok videosu var Khan’ın…

Karşıma çıkan ilk videolardan birisinin başlığını paylaşmam lazım: “Erkekler Cennette Huri Alırken Kadınlar Ne Alacak?” İlginç değil mi? Diğer başlıklar da bundan geri kalır değil doğrusu: Kızlar ve erkekler sadece arkadaş olabilir mi, pornografinin çözümü evlilik değil, müzik dinlemedeki tehlikeler, neden tüm iyiler cennete gitmiyor, ilh. Khan’ın konuşmaları Kur’an ve Sünnet’in bakış açısı temel alınarak yapılmış bilgilendirici ve faydalı içeriklere sahip; Allah kendisinden razı olsun. Ama Khan’ı farklı kılan başka bir şey var ki Amerikalı yeni nesil âlimlerin sanal dünyada neden çok ilgi gördüğünün cevabını ve dolayısıyla da bu yazının konusunu oluşturuyor.

Erkeklere Huri Varsa Kızlara Ne Var?

Esas konuya geçmeden önce yukarıda geçen ve muhtemelen zihninizin bir yanında duran soruya kısaca değinsek mi? Khan’ın söylediklerinden yola çıkarak tabii… Khan dini konuları ilk düşünmeye başladığında cennette erkeklere huri verilirken kadınlara herhangi bir şey vaat edilmemiş olmasının kafasını karıştıran ilk konulardan birisi olduğunu söyleyerek başlıyor soruyu cevaplamaya. Aslında bu konuya erkekler kadar kızların da ilgi duyduğunu bunu asla kendileri için değil bir başka arkadaşları ya da kuzenleri için öğrenmek istediğini söyleyerek dinleyicileri güldürüyor. Soru üzerinde düşündüğünü, bunu farklı ilim adamlarına sorduğunu, söylenenlerden tatminkâr bulduğu birkaç cevabı paylaşacağını ifade ediyor devamında. Khan’ın öz olarak söylediği, erkeğe cennette nimet vaat edilmesinin hep teşhire maruz kalmasından dolayı olduğu şeklinde. Kadınlara mükâfat olarak bir şey zikredilmiş olmaması, verilmeyecek olması anlamına gelmiyor; tam tersi mükâfatın Allah’a bırakılmış olması, onun büyük ve ölçülemez oluşu olarak anlaşılmalı. Naslar ve ulemanın sözleri ile desteklediği konuşmasının sonunda 100 kız ve 100 erkek üzerinde yaptıkları bir araştırmadan bahsediyor Khan. Gençlere şu soruyu sormuşlar: En ufak bir kısıtlama, yasak ya da ayıplama olmadan elde etmeleri mümkün olsaydı, almak ya da yapmak isteyecekleri şey ne olurdu? Erkeklerin hepsi, neredeyse bir tek istisna bile olmaksızın aynı istekte –ki bunun ne olduğunu söylemeye bile gerek duymadığını ifade ederek yine güldürüyor dinleyicilerini- birleşirken kızların cevapları her türlü isteğin içerisinde yer aldığı bir farklılık ve çeşitlilik göstermiş.

GENÇ’in ilk çıktığı günden bu yana dillendirdiğimiz “ne söyleyeceğimiz konusunda kafamız karışık değil; 1400 yıldır akıp gelen arı duru bir kaynaktan besleniyoruz. Ama nasıl söyleyeceğimiz, üzerinde sürekli temrinler yapmamız gereken bir alandır, çünkü nesiller sürekli değişiyor” şeklindeki söylemi haklı çıkaran bir iş yapıyor.

Ne Söyleyeceğimiz Belli, Ya Nasıl Söyleyeceğimiz?

Üslubu ve tarzına ilişkin bir örnek olarak sunduğumuz bu konuşmasında aslında Khan, GENÇ’in ilk çıktığı günden bu yana dillendirdiğimiz “ne söyleyeceğimiz konusunda kafamız karışık değil; 1400 yıldır akıp gelen arı duru bir kaynaktan besleniyoruz. Ama nasıl söyleyeceğimiz, üzerinde sürekli temrinler yapmamız gereken bir alandır, çünkü nesiller sürekli değişiyor” şeklindeki söylemi haklı çıkaran bir iş yapıyor. Bir diğer ifade ile ne söyleyeceğini zaten bilen ve yeni bir şey arama kaygısında olmayan bu Amerikalı eğitimci nasıl söylenmesi gerektiği üzerinde kafa yoruyor, dil arıyor, popüler kültür ile uyuşturulmuş zihinlere ulaşma yönünde bir gayret sergiliyor.

Khan gibi çoğu Amerikalı, İngilizce konuşan Hamza Yusuf, Jonathan Brown, Suhaib Webb, Siraj Wahaj, Yasir Kadı ve Zaid Shakir gibi benzeri sosyal girişimci ya da ilim adamlarının yaptıklarını sözün nasıl söylenmesi gerektiği konusunda koydukları güzel örneklikler olarak tarif edebiliriz. Popüler kültür ürünleri ile yatan, kalkan ve yaşayan gençlere, onların ihtiyaçları doğrultusunda yaptıkları konuşmalar hem bilgilenmek, hem de gündemdeki birçok sorunun cevabını almak açısından gayet faydalı oluyor. Eminem, McDonalds, Snapchat gibi zamane mevzularına atıflar ile dolu, bazen eğlenceli, bazen teşvik edici, çok zaman sarsıcı içerikteki konuşmalar yapan bu yeni nesil ilim adamları hız ve hazzın kölesi yapılmaya çalışılan bir gençliğe hitap ettiklerinin farkındalar. Neredeyse hepsi sanal dünyayı ve özelde sosyal medyayı da iyi kullanıyorlar. Teknoloji sayesinde geniş kitlelere ulaşıyor, seslerini ve mesajlarını duyurma şansı elde ediyorlar. Öyle ki zamanla kendileri de bir tür popüler kültür figürüne dönüşme tehlikesi de yaşasalar yaptıkları, söyledikleri ve işaret ettikleri ile büyük gençlik kitlelerine doğrudan ulaşarak önemli bir hizmet icra ediyorlar. Hep diyoruz ya, gençler ne yapıyorlarsa e-yapıyorlar, işte bu gençlerin dini bilgilenme ihtiyaçlarına da sanal dünyadan ya da bir tık ötede erişebilecekleri mecralardan, bu e-ilim adamı ya da e-hocalar yetişiyorlar. Bu hoca efendilerin bizde de örnekleri var ve kimler olduğunu gayet iyi biliyoruz. Bir kısmı gayet iyi takip edilen bu hocalar içerisinde kabul etmek gerekir ki İngilizce konuşanlara yönelik ayrı bir ilgi var. Bu ilginin sebebi ne olabilir acaba? Özellikle Amerikalı ilim adamlarına, yeni nesil vaizlere yönelik rağbet ne anlama gelebilir?

Amerikalılara Amerikan Mesajı

Bu soruların birkaç açıdan cevabı verilebilir. Ama ondan önce yukarıda başlıca isimlerini sıraladığımız yeni nesil ilim adamlarının ortak profilinden bahsetmek faydalı olabilir. Bu isimlerin hemen hepsi farklı etnik kökenlerden gelmiş olsalar da “native speaker” diye ifade edilen anadili İngilizce olan insanlar. Halen ABD’de cami imamlarının % 85’i bu özelliğe sahip değil, yani ABD dışında doğmuş kişiler. Bunun yani dilin etkin kullanılamaması, hatta etkin olsa da aksanlı konuşulması İslam’ın yeni nesillere ulaşmasında büyük bir sorun doğuruyor. Anadili İngilizce olan yeni nesil ilim adamları, içinde yaşadıkları halkın kendilerini kolayca benimseyebilecekleri demografik, kültürel ve sosyolojik bir zeminden geliyorlar. Dile hâkim olan, hayata hâkim oluyor; hayatın içinden aktığı dili güzel kullanan insanları etkileme ve yönlendirme imkânına sahip oluyor. ABD’de doğmuş ve Müslüman anne babalarının geldiği toprakları hiç görme şansına sahip olmamış, Amerikalı olmaktan gurur duyan bir neslin nasıl İslam’la buluşturulacağına dair o büyük mesele, kendileri de Amerikalı olan yeni nesil ilim adamlarının temel derdi. Bu ilim adamlarından Suhaib Webb’in sorduğu şu soru da bunun bir diğer ifadesi olarak okunabilir: “Bu gençlere Arap ya da Pakistan mesajı vererek mi yoksa Amerikan mesajı ile mi ulaşacağız?”

Yeni nesil âlim profilinin ikinci özelliği, kuvvetli bir dini eğitim almış olmaları. Kur’an ve hadise vakıflar, Arapça’yı ana dilleri gibi konuşuyorlar. İki seneden beş seneye kadar uzanan sürelerde İslam ülkelerinde yaşamış, klasik usulde eğitim almış ve bir kısmı buna tasavvufi eğitimi de eklemişler.

Yeni nesil âlim profilinin ikinci özelliği, kuvvetli bir dini eğitim almış olmaları. Kur’an ve hadise vakıflar, Arapça’yı ana dilleri gibi konuşuyorlar. İki seneden beş seneye kadar uzanan sürelerde İslam ülkelerinde yaşamış, klasik usulde eğitim almış ve bir kısmı buna tasavvufi eğitimi de eklemişler.

Tebliğ İlk İşleri…

Üçüncü özellikleri, şimdilerde aktivist diye nevzuhur bir kelime ile ifade edilen ama sosyal girişimci tabirinin daha çok uyduğu bir niteliğe sahip olmaları. Bu ilim adamlarının hemen hepsi aktif birer cami imamı yahut dini hizmet ve kanaat önderi. Bir diğer ifade ile öncelikli işleri dini tebliğ ve hizmet. Bunu sadece bulundukları mahallerdeki cami ve tebliğ müesseseleri ile sınırlı tutmuyor, farklı yerlerdeki toplantılara konuşmacı olarak katılıyor ve bir tür ortak tebliğ dilinin oluşmasını sağlıyorlar. ABD’deki ISNA, ICNA gibi çatı İslami kuruluşların yıllık toplantı ve faaliyetleri de buna zemin hazırlıyor.

Yeni nesil âlimlerin son özelliği ise 11 Eylül saldırıları sonrası etkinliği gittikçe azalan Vehhabi/Selefi anlayışın karşısında yer alıyor olmaları. Çoğu bir arada yaşamayı öne çıkarıyor, Amerikan değerleri ve gelenekleri ile uyumlu bir İslami yaklaşımı savunuyor. Amerikan hayat tarzının ortaya çıkarttığı çürüme ve bozulmanın farkındaki bu âlimler kredi kartı kullanmamak, McDonalds ya da benzeri fast-food ürünleri yememek, Cola içmemek, İslami muhit ve çevreler oluşturmak gibi vurgularla kapitalizmin ortaya çıkarttığı şeytani düzenle mücadele edilmesi gerektiğini salık veriyorlar.

Gücün Yanından Konuşmak…

Gelelim yeni nesil ilim adamlarının tesirinin sebeplerine… Şüphesiz bu tesirin belirgin hale gelmesinde internetin büyük rolü var. Amerika Birleşik Devletleri, internetin ortaya çıktığı ülke ve halen de yönlendiricisi konumunda. Dahası herkesin kulağını ve gözünü dikip izlediği bu ülke gücün merkezi ve herkesi etkileyen ana dalgalar buradan salınıyor. Sanat, kültür, moda ve para buradan yönetiliyor. Coğrafi ya da tarihi olarak öyle olmasa da bu merkeziyet, bilişim teknolojisi marifeti ile pratikte herkesin hissettiği ve tecrübe ettiği bir gerçekliğe dönüşmüş durumda. Hele gözü, kulağı ve zihni sanal âlemlere çevrili olanlar için bu çok daha açık ve net bir vakıa. Bu vakıa, ABD’de İslami çalışmalar yapanlara da fayda sağlıyor. Amerikalı yeni nesil âlimler öncelikle gücün yanından ya da merkezinden konuşmanın getirdiği bir avantajı kullanıyorlar. İlk onların sesleri duyuluyor, çünkü sesin merkezinden konuşuyorlar. Yanlış anlaşılmasın; gücün yanından konuşmak, güç sahiplerinin istediğini konuşmak anlamına gelmiyor. Oradan gelen sözleri ince eleyip sık dokumakla beraber yeni nesil ilim adamlarının güçlünün sözcüleri olduğunu söylemek bühtan olur; bunu kastetmiyoruz. Kastımız, bu ilim adamlarının; kulağını, gözünü ve zihnini Atlantik ötesine çevirmiş olanların işitebilecekleri bir yerden konuşuyor olmalarıdır.

Gençlerin Duymadığını Kimse Duyamaz

Gücün yanından veya civarında olmanın bir diğer neticesi de yeni nesil ilim adamlarının gücün merkezinden salınan tahrip edici dalgalarla ilk yüzleşmeyi yaşamalarıdır. İlk yüzleşmeyi yaşayanlar dolayısıyla ilk çözümleri geliştirmek zorunda kalıyorlar. Onlar tabiri caizse cephenin en önünde yer alıyorlar. Yeni çıkan bir sanal dünya fitnesinin hemen yorumunu yapıp, belki de ilk Cuma hutbesinde bunu ifade etmeleri gerekiyor. Bu açıdan Amerikalı yeni nesil âlimlerin dünyanın merkezinden her tarafında yayılan kalp ve gönül virüslerine karşı çözümler geliştirmede dünyanın diğer bölgelerindekilere göre daha önde ve öncü konumda bulundukları söylenebilir. Bizdeki hoca efendilerin daha adını duymadığı konular hakkında imal-i fikirde bulunan bu insanlar, dünyanın diğer bölgelerindeki meslektaşlarına göre daha diri, dinamik, gerçekçi ve müteyakkız olmaları sonucunu doğuruyor. Bu da onların hem işlerine hem de sözlerine yansıyor. Böyle bir dinamizm fark eden de tarihin her döneminde olduğu gibi gençler oluyor. Çünkü gençlerin duymadığı sözü hiç kimse duymamış, onların heyecanlanmadığı bir işten de kimse heyecanlanmamıştır. Anadili İngilizce, Kur’an ve Sünnet’e vukufiyeti yüksek, tebliğ ve irşat vazifesini hayatlarının birinci işi yapmış yeni nesil Amerikalı sosyal girişimciler, ilk defa İslam dünyasının coğrafi sınırlarının dışında bir yerden etki edebilecek bir noktaya erişiyorlar. Çoğunu internetten tanıdığınız bu isimlerin ortaya koyduğu çalışmaların etkisi bir müddet sonra kapağımızda yer alan şu ifadeyi haklı çıkaracak, hiç şüpheniz olmasın: Dava Out, Da’wah In…

Yeni nesil âlimlerin son özelliği ise 11 Eylül saldırıları sonrası etkinliği gittikçe azalan Vehhabi/Selefi anlayışın karşısında yer alıyor olmaları. Çoğu bir arada yaşamayı öne çıkarıyor, Amerikan değerleri ve gelenekleri ile uyumlu bir İslami yaklaşımı savunuyor.

Last But Not Least: Ah İngilizce…

Ukalalık gibi algılanmasın ama elin oğlunun dediği gibi: Last bot not least; son nokta ama daha az önemsiz olmayan bir nokta… O da İngilizce meselesidir. Bizim gençler tarafından çok sevilen ABD’nin yeni nesil ilim adamları, evet, kulağını, gözünü ve zihnini Atlantik ötesine çevirmiş olanların işitebilecekleri bir yerden konuşuyorlar ama lütfen atlamayalım, bir de tabii ki İngilizce konuşuyorlar. Bu ise “pratik yapmam lazım, anlıyorum ama konuşamıyorum, ne yapsam” diye kara kara düşünüp de kendisine Türkçe alt yazılı, ifsat edici film ve diziler salık verilen, on yıllardır İngilizce denen bela ile uğraşan yurdum öğrencisi için farklı bir eğitim fırsatı anlamına geliyor. Hem dil hem din öğrenmek gibisi var mı? Bizdeki İngilizce vurgusunun ve içi boş bir dil eğitimi ile geçen bu kadar senenin, dil öğretemese de bu dili konuşan ya da bülbül gibi şakıyanlara karşı bir tür aşağılık duygusu ile karışık hayranlık oluşturduğunu kim inkâr edebilir? Hem İngilizce konuşup, hem de Allah, peygamber diyen, bir de bunu mevcut hocalardan daha iyi ve anlaşılır yapan birilerine abone olmak, şüphesiz bir tıkla kuş katliamı yapmak anlamına geliyor ve gençler de tabii ki bunu atlamıyorlar.

Amerika da Bizim Küre de…

Aslen bir Türk olan büyük müfessir Zemahşeri’nin Mekke’de Ebû Kubeys Dağı’na çıkarak; “Ey Araplar, gelin atalarınızın dilini benden öğrenin” diye Araplara meydan okuduğu rivayet edilir. Din eğitimi, öğretimi ve hususen irşad vazifesi kimsenin inhisarında değildir. Allah’ın bu dini bir fasık eli ile de teyit edeceği haberde gelmişken, dini temsil ve yayma işinin sadece belli bir coğrafyada ya da insan grubunda olabileceğini söylemek ne derecede mümkündür? Dini temsil ve insanlara tebliğ etme işi bir hayır yarışıdır. Kaynaklar bellidir. Kim o kaynaklara yapışır, aklını ve kalbini kullanır, salih amel ve faaliyetlerde bulunmayı, iyiliği emretme ve kötülükten alıkoyma vazifesini hayatının birinci öncelikli işi haline getirir, hakkı ve sabrı tavsiye hususunda önde koşarsa muhtemeldir ki Allah, onun boynuna sadece kendi kaderini değil, yaşadığı zamanın kaderini de asacaktır.

Amerikalı yeni nesil ilim adamlarının temsil ettiği anlayış bir dinamizm ve heyecan içermesi itibarıyla dünyanın her yerindeki gayret, oluşum ve camialar kadar iyiliği emretmek ve kötülükten nehyetmek şeklindeki vazifenin potansiyel adreslerinden birisidir. Bu adresin iki büyük avantajı bulunuyor. İlki İslam dünyasının bile Arapça’dan daha çok kullandığı İngilizce ile konuşuyor, yazıyor ve düşünüyor olmak, ikincisi de gücün merkezinde, güç ile birlikte yaşamaktır. İngilizce yaşamak, konuşmak ve düşünmek, insanlığı ve dünyayı tehdit eden düşmanlara ilk elden cevap verebilme ya da onlarla mücadele edebilme şansına sahip olmak demektir, çünkü insanın Allah nezdinde düşüklüğü için savaşan düşmanların karargâhı da İngilizce’nin coğrafyasındadır. Gücün merkezinde yaşamak, söze etkinlik sağlayabilecek bir diğer avantajdır. Ancak bu avantajın dezavantaja dönüşmesi ihtimali de her zaman vardır. Gücün yanından konuştuğunuza dair algı hiç peşinizi bırakmaz ve sözünüzün saptırılabileceğine dair ihtimal her zaman göz önünde tutulur. Kaldı ki İslami olmayan bir muhitin, her zaman önceliklerimizi saptırma ihtimali de vardır. Bu ihtimal hiçbir zaman ihmal edilmeden Amerikalı âlimlerin ürettiklerine kulak kesilmek, ümmetin çocukları için fayda ve bereketin artması anlamına gelir. Küre bizim olduğu gibi Amerika, Kanada da bizimdir. Oralardaki kardeşlerimiz, ümmet-i icabetin bir parçası, diğer yaşayanlar da ümmet-i davettir. İslam’ın çağları aşan çağrısı gönlünü açana hayat vermeye devam ediyor. Hepimiz o çağrı ile hayat bulmak ve nefeslerimizi diriltici nefesler haline getirmek zorundayız. Vazife bu ise, buna layık olmak için herkesten daha çok çabalayan ve öne geçene sadece gıpta edilir.


Hamza Yusuf

Guardian gazetesi tarafından “tartışmaya açık olmakla beraber Batı’daki en etkin İslam alimi” ifadesi ile tanıtılan Hamza Yusuf 1960 doğumlu. Yunan asıllı. Ortodoks bir ailede yetişti.

17 yaşında Kur’an’ı okuyarak Müslüman oldu. Birleşik Arap Emirlikleri’nde dört sene kalarak dini eğitim aldı. 1984’ten itibaren Cezayir ve Fas’ta yaşamaya başladı.

1996’da Zaytuna adındaki ABD’deki ilk İslami üniversiteyi kurdu.


Nouman Ali Khan

1978’de Berlin’de doğdu. Pakistan asıllıdır. Riyad’da eğitim aldı. 1999’dan itibaren ABD’de Arapça öğretimi ile meşgul olmaya başladı. 2006’da Beyyine Enstitüsü’nü kurdu. 10 binden fazla kişiye Arapça öğreten Khan 7 çocuk sahibidir ve Dallas’ta yaşamaktadır.


Suhaib Webb

Boston İslam Topluluğu’nun imamı. 1973’te doğdu. 14 yaşından itibaren ailesinden uzaklaşarak kendi başına sefih bir hayat sürmeye başladı. Hiphop söyledi ve DJ’lik yaptı. 1992’de Müslüman oldu. Eğitim dalında lisans derecesi aldı. Mısır’a gitti ve El-Ezher’i bitirdi. ABD’ye döndükten sonra imamlık yapmaya başladı. 11 Eylül saldırısında yetim kalanlar için 20 bin dolarlık bir bağışın toplanmasına öncülük etti. Kur’an ve Sünnet’ten sapmadan, ABD değer ve geleneklerine saygılı bir İslami anlayışın geliştirilebileceğini savunuyor.


Yasir Kadı

Pakistan asıllıdır. Houstan’da doğdu. İki sene sonra ailesi Suudi Arabistan’a yerleşince ilk eğitimini burada aldı. 1996’da tekrar Suudi Arabistan’a giderek Medine Üniversitesi’ne kaydoldu. 9 sene burada kaldıktan sonra ABD’ye geri döndü. Halen El-Magrip Enstitüsü dekanlığını yürütmektedir.


Siraj Wahhaj

1950 doğumlu. Brooklyn’de Takva Camisi’nin imamı. Baptist Kilisesi’nde eğitim aldı. New York Üniversitesi’nde Nation of Islam hareketi ile tanıştı ve Müslüman oldu. Önceleri beyazların şeytan olduğuna inanırken 1975’ten sonra Sünni bir Müslüman olmaya karar verdi. 1991’de dua ile açılan Temsilciler Meclisi’nde duayı yaptı. Halen Kuzey Amerikam Müslüman Birliği (MENA)’nın başkanlığını yürütmektedir.


Jonathan A. C. Brown

1977 doğumludur. Anglican olarak yetiştirildi. 1997’de Müslüman oldu. Georgetown Üniversitesi’nde lisans eğitimi aldı. Mısır’da bir sene kalarak Arapça öğrendi. Şikago Üniversitesi’nde doktora yapan Brown 2012 Yılından bu yana Georgetown Üniversitesi’nde İslam Medeniyeti kürsüsünde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.


Zaid Shakir

1956’da Kaliforniya’da doğdu. 1977’de ABD Hava Kuvvetleri’nde görevli iken Müslüman oldu. Uluslararası İlişkiler okudu. 7 sene Suriye’de kaldı ve Ebu Nur Üniversitesi’nde lisans eğitimi yanında birçok hoca efendiden klasik usulde İslami eğitim aldı. Hamza Yusuf ile beraber Zaytuna Üniversitesi’nin kuruluşunda rol alan Shakir burada Arapça, Fıkıh ve diğer İslami ilimler öğretmektedir.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.