Her Şeyi Tenkit Etmek Zorunda mısın?
Gençlere, hakikati yalnız kendisinde teşhis eden, yanılabileceğini asla kabullenmeyen tenkitçi bir dil hâkim olmaya başladı. Adeta “cehalet kuvvettir” ilkesini kendilerine düstur edinmiş, hiçbir şey için emek harcamamış, alın teri ve sebat nedir bilmemiş tipler türedi.
Bugün anne babalar başta olmak üzere, büyüklerle yapılan bir sohbette söz ne zaman gençlerdeki kişilik, karakter, seviye ve tutumlara gelse “Bir dokun, bin âh işit kâse-i fağfurdan” misali karamsarlık dolu şikâyetler birbirini takip ediyor.
Gençlerin kendilerine yeni bir dünya kuracağı, bu nedenle büyüklerden ayrı dünya görüşleri, değerleri ve amaçları olacağı söylenip durdu. Gençlik her yerde ve her zaman coşkulu, atılgan ve çalkantılı bir çağ olarak görülmüştür. Kabına sığmayan bir beden gücünün, yürekliliğin ve kaynayan kanın davranışa egemen olduğu çağdır gençlik. Gençlik çağı bunalımlar, öfkeler, çatışmalar ve kaygılar dönemidir; yanılgıların, bencilliğin, başkaldırmanın sık görüldüğü bocalama dönemidir. Gençler yanılınca çok yanılırlar, sevgide de nefrette de aşırıya kaçarlar. Her şeyi bildiklerini sanır, onun için yanlışlarında sonuna dek direnirler. Gençlik çağı genellikle yüceltilirken gençlerin küçümsenmesinin nedeni, gençlerin burnunun doğrultusunda giden, büyük sözüne aldırmayan ve yer yer âsi, saygısız kişiliklerinin etkisinden kaynaklanmaktadır. Bu gözlemler, büyüklerin gözünde gençlik çağını, gençlere bırakılamayacak kadar değerli kılmaktadır.
İnsan Kimdir?
İnsanlar genellikle kendilerini olduklarından güçlü, daha zeki, daha yetenekli ve daha erdemli görme eğilimindedirler. Olumsuz yönlerini görmemeyi, olumlu yönlerini de abartıp öne çıkarmayı yeğlerler. Başkaları densiz, ama biz şakacıyızdır. Başkası korkaktır, ama biz ihtiyatlıyızdır. Kendi kişilik kavramımızı bozacak olumsuz niteliklerimizi görmezden gelir, önemsemez veya çarpıtırız. İnsanın “kendi kişilik saygısı”, kendini değerlendirmesi sonunda ulaştığı kişilik kavramını onaylamasından doğan beğeni durumudur. Kişi kendinde eksikler bulabilir, kendini eleştirebilir, ancak kendini tümden olumlu bulup beğenebilir de. Kişilik saygısı, kendini olduğundan aşağı ya da olduğundan üstün görmeksizin kendinden memnun olma durumudur. Kendini değerli, olumlu, beğenilmeye ve sevilmeye değer bulmaktır. Kişilik saygısının, kişilerin geldiği aile, ana baba, eğitim düzeyi, meslekleri, ekonomik durumları gibi daha pek çok etkenle ilişkili olabileceği düşünülerek araştırmalar yapılmıştır. Ailenin sosyo-ekonomik durumuyla gençlerin kişilik saygısının ilişkisi araştırıldığında varlıklı, yani üst sınıflardan gelen gençlerin yüzde 51’inde yüksek kişilik saygısı saptanmasına karşılık, alt toplumsal sınıflardaki gençlerde bu oran yüzde 38’dir.
Gencin Kendini Bulma Serüveni
Deneye deneye genç kendine en uygun kimliği bulmaya çalışır. “Sanki ben” adı verilen geçici kişilik durumlarıyla kişilikten kişiliğe girer. Bu denemeler sonunda genç kendine yeni kişilik kimliği oluşturur. Kimlik oluşumu özdeşimlerin bittiği yerde başlar. Kimlik duygusu gelişmiş bir genç, kendi kişiliğinin sürekliliğini algılayan, kendine yabancı görünmeyen, nerden gelip nereye yöneldiğinin bilincinde olan kişidir. Tüm bağlardan kopuk bir kimlik düşünülemez. Aile bağlarıyla, arkadaş ilişkileriyle, meslek seçimiyle, toplumdaki konumuyla, amaçlarıyla, dünya görüşü ve yaşam anlayışıyla birlikte varolabilen bir duygudur bu. Kimlik duygusu açık denizde giden bir gemiye yol gösteren pusula gibidir.
Genç, kendini yeniden tanımlamanın, kabuk değiştirmenin sancılarını çeker. Çünkü özgür ve bağımsız olmayı istemek kolay, ancak bağımsızlığını nasıl kullanacağını bilmek güçtür. Kişiliği belirsiz ve yerine oturmamış gençler ne istediklerini, nereye yöneldiklerini bilmezler. Karar veremez, kalıcı seçimler yapamazlar. Bu gençler kendilerine belli bir yön çizemeyen, bir yerde kök salamayan gençlerdir. Düzenli yaşam onlara sıkıcı gelir. Başkalarına benzemekten nefret ederler, ama bir kimse olmayı da beceremezler. İrade bozukluğu ve amaçsızlık belirgin özellikleridir.
Kendini Fazla Önemsemek Zararlıdır
Yeni eğitim ve terbiye sistemi, gençlere doğuştan değerli, eşi bulunmaz ve her şeye layık olduklarını işleme teması üzerine kuruldu. Gençler bedelini ödemeden, çabalamadan, her şeyin en güzelini, en mükemmelini hak ettiklerine inanıyor veya inandırılıyorlar. Aşırı özgüven duygusunun yanı sıra bu tanıyı güçlendiren diğer özellikler; iddiacılık, dediği dediklik, ikili ilişkilerde sürekli üstün olma arayışı ve her konumda benmerkezcilik. Kendini fazla önemseme ve benseverlik duygusu; aşırı rekabetçilik, kendini teşhir etme takıntısı, şan şöhret arayışı ve diğer insanları kendi amaçları doğrultusunda kullanma özelliklerinin zuhuruna neden oluyor.
Dünyada kendini tek ve biricik görmenin adı olan narsisizmi (benseverlik) hızlandıran bir diğer unsur ise internet kullanımı. İnternet üzerinden kurulan sanal ilişkiler; gerçek, samimi, karşılıklı özveri üzerine oturması gereken derin ilişkileri sığlaştırıyor, sahteleştiriyor. Bunun ağır bedellerinden biri de çokluk içinde yalnızlık. Sanal ortamlarda cilalanmış sahte kişilikler, kendi değerlendirmeleri ile sahneye çıkıp atıp tutarken, normal hayatta da benzer davranışlar sergileyebiliyorlar. Sosyal paylaşım siteleri facebook ve twitter başkalarıyla irtibat kurmak için zaman kazandıran bir araç olarak kullanılıyor. Bu bir nevi gençlerin hayatları hakkında her gün güncelledikleri bilgileri sergileyerek kendi kişisel internet sitelerinin sahibi olmaları imkanını veriyor. Ancak bütün bunların iletişimden ziyade gösterişle ilgisinin olduğu aşikar. Bu araçlar gençler için daha çok sayıda kişiye kendini tanıtmanın bir yolu.
Bu siteler, gençlerin kendini tanıtma gururunu okşuyor. Facebook’ta birinin arkadaşı olmak, mutlaka o kişiyle derin ve duygusal açıdan yakın ilişkiniz olduğu anlamına gelmiyor. Bu daha çok, kaç kişi tanıdığınızın ya da kaç kişinin sizi tanıdığını söylemek istediğinizin göstergesi oluyor. Daha çok sayıda arkadaşa sahip olmak bir statü sembolü. Facebook’ta yalnızca beş arkadaşınızın olması veya Twitter’da 10 takipçinizin olması utanç verici bir durum! Oysa gerçek hayatta hakikaten beş dostunuz varsa şanslı birisiniz demektir. İnternet iletişimi benseverler tarafından tercih edilen, yüzeysel ve duygusal açıdan iflas etmiş türden ilişkileri kolaylaştırıyor.
Mümin tavrının tam aksine karakter sergileyenler, olaylar ve insanlara göre değişik bir tavır ve karaktere sahip olurlar. Böyle insanlar yerine, zamanına ve kişisine göre bir “ayar dîni” edinmişlerdir.
Farklı Olayım Derken
Geçmişte insanlar hayırlı ve iyi işler yapmak için “Allah’ın rızası”, “hayırlı iş”, “doğru hareket” gibi sebepler ileri sürüyorlardı. Şimdi gençler her ne yaparlarsa “fark yaratmak” istiyorum diyerek açıklıyor. Elbette insanları yardım etmeye teşvik eden her neden iyidir ama odak noktasını hayır işlemekten alıp benliğin ihtiyaçlarına taşıyan bir tutum değişikliği ya da övgü almak gibi çıkarlar yozlaşmanın habercisi oluyor. Gençler arasında “sosyal sorumluluk projesi” adı altında yardım etmek popüler bir faaliyet haline geldi. Bunun olumlu bir yönü olmasına rağmen, asıl amacı sulandırmak gibi olumsuz bir tarafı da var: Fark yaratmak ve hazır övgünün tadını çıkarmak.
Gençler arasında çok yaygın olan kendini gösterme, tanıtma, öne geçme çabaları toplumsal düzeyde pek de işe yaramıyor. Seçkin üniversitelere tam olarak aynı sayıda öğrenci girebiliyor. Herkesin heves ettiği yüksek maaşlı işlere aynı sayıda eleman alınıyor. Herkes kendi tanıtımını yapıyor ancak standart herkes için yükseliyor.
Her Şeyi Bilmek Zorunda Değilsin
Sosyal paylaşım sitelerinde veya bir blogda kişinin düşüncelerini yayınlaması çok yaygın hale geldi. Dünyanın geçmiş bir zamanındaki kendini ifade etme çılgınlığı, günümüzün aklına her geleni dünyaya yayan, her yaşta milyonlarca insanının eline su bile dökemezdi. Elbette Facebook ve Twitter’da kimi yazılar ve ifadeler iyi, ilginç ve bilgilendirici. Ama pek çoğu yavan ve tatsız olan kendini ifade etme ve ilgi çekme denemelerinden başka bir şey değil. Bir şey yazma imkânınızın olması, mutlaka bir şeyler yazmalısınız anlamına gelmez. Birden herkes her alanda uzman kesildi ve fikirlerini dünyaya yaymaya kendini mecbur hissetti. Bunlar sözlü konuşmalar gibi hakikî diyaloglar değil. Sert bir eleştiriyi bu eleştiriye verilen sert bir cevap izliyor. Bunların tümünü ekranda yapmak da empati ve yüz yüze etkileşim gibi faktörleri devre dışı bırakıyor. Özellikle gençler bilgi sahibi olmaksızın ikinci, üçüncü el bayağılıklarına kapılıyorlar. Yorum yazan kişilerin çoğunun, söz ettikleri konu hakkında en ufak bir bilgileri dahi yok. Yorumumu yaparım diye düşünüyorlar. İçinde zeka kırıntısı barındıran yorumlar da genellikle cehalet dağlarının arasında kaybolup gidiyor. Sanal ortamlarda bu alışkanlıkları edinen gençler, aynı durumu sınıfta, aile ve sohbet ortamında da sürdürünce ortaya kabalık ve boşluktan başka bir şey çıkmıyor.
Nedir Bu Tenkit Hastalığı?
Tenkit, Arapça’daki “nakd” kökünden türetilerek Türkçe’de kullanılan bir kelimedir. Bir şeyin iyisini kötüsünden ayırmak manasına gelir. Günümüz Türkçe’sinde “eleştiri” de aynı anlamda kullanılmaktadır. Tenkit bugünkü yaygın anlayışın aksine, başkasının davranış, söz ve yazılarında sadece kusur aramak değil, incelemeye konu edilen bir şeyin hem iyi ve güzel, hem de kötü ve yanlış taraflarını tespit edip ortaya koymaktır. Aksi takdirde bu işi yapan kimse gerçekleri ortaya koyma vasfını yitirir, iftira ve çekiştirme gibi haysiyet kırıcı vasıfların sahibi durumuna düşer. Peygamber Efendimiz, “Mümin, aşırı tenkitçi, lanet edici, konuşmalarında haddi aşıcı ve müstehcen ifade kullanıcı olamaz.” (Tirmizî, ‘Birr’, 48.) buyurmuştur. Yüce Allah’ın milyarlarca canlı içinde “söz söyleme” kudretiyle bezediği asil insan nasıl olur da dilini yılan gibi sokucu, kalemini ve şimdi klavyesini süngü gibi saplanıcı kullanır. İlmî olmayan, insaf ve itidal ölçüleri içinde kullanılmayan eleştiri silahı muhatabını peşinen kışkırtır, onu infiale sürükler. Bu psikoloji içinde bulunan insan haklı tenkitleri bile dinlemez hale gelir. Başkalarını tenkit (eleştiri) yoluyla irşat etmek iddiasıyla ortaya çıkanlar, ilmî manadaki tenkitlerini yapmadan önce his ve itham oklarını fırlatırlar, itidali bırakıp tarafgirliklerini ilan ederler. Böylece tenkit ve irşat edecekleri şahsın kendilerine olan güvenini yitirirler. Onun nazarında taraf olurlar, rakip kesilirler, hatta düşman görünürler. Bu, fitneden başka ne doğurur? Müslümanların en çok muhtaç oldukları birlik ve beraberliği tahrip etmekten öte neye yarar? Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerîm’inde müşrikleri tahrik etmemek için onlara sövmeyi men etmiştir. (En’âm, 108.) Rasulullah, münafığın alametlerini belirten hadis-i şerifinde dördüncü olarak “Çekişme ve tartışmaya girdiği zaman aşırıya kaçıp haktan sapar.” (Müslim, ‘İman’, 106.) buyurmaktadır.
Gençlere, hakikati yalnız kendisinde teşhis eden, yanılabileceğini asla kabullenmeyen tenkitçi bir dil hâkim olmaya başladı. Adeta “cehalet kuvvettir” ilkesini kendilerine düstur edinmiş, hiçbir şey için emek harcamamış, alınteri ve sebat nedir bilmemiş tipler türedi. Diğerini alçaltarak kendini yükseltmek isteyenler, saldırgan üsluplarını varoluşlarının merkezi haline getirenler, aşırılıkla kendilerine bir güç vehmedenlerden bize fayda yok gözüküyor. Bize aklı başında çalışkan, efendi, okumayı, dinlemeyi ve konuşmayı bilen gençler lazım.
His ve heyecan dîni gönüllere duyurma ve yapılan saldırılar karşısında da onu müdafaa adına gerekli ve çok önemli bir dinamiktir. Fakat bu dinamik mutlaka ilim, akl-ı selim, mantık, muhakeme, meşveret düşüncesiyle tadil edilmeli, faydalı ve verimli hale getirilmelidir.
Dine Hizmet Ediyorum Derken
Eğer bir kişi dayatmayı, kırıcılığı ve sertliği dîni korumak ve yüceltmek olarak anlıyor ve bu anlayışla dîne hizmet ettiğini/edebileceğini düşünüyorsa ciddi yanılgı içinde demektir. Bu tür tavır ve davranışlar tepkiye sebebiyet verir ve neticede insanların dîni kabul etmesi bir yana, onların dinden nefret edip uzaklaşmalarına yol açar. Dînin özünü, iç derinliğini, onlar için ifade edeceği mana ve muhtevayı, kendilerine kazandıracağı iyilik ve güzellikleri muhataplarımıza anlatmıyorsak hiç beklemediğimiz tepkilerle karşılaşır ve dîne hizmet ediyorum dediğimiz noktada insanları dinden uzaklaştırmış olabiliriz. Dayatmacı bir zihniyetle ortaya konan bir mesajın kaybettirdikleri kazandıracağından daha fazladır.
Bir kısım ‘izm’lerin kendi sistemlerini insanlara kabul ettirmek için başvurdukları kaba kuvvet, dayatma ve baskıların nasıl bir netice ile sonuçlandığı herkesin malumudur. Artık galebe ikna yoluyladır. Bir gencin yapması gereken, kendi değerlerini çok iyi öğrenmek ve bunu şahsiyet haline getirmektir. Bütün bunların yanında meselenin manevi buudunu asla ihmal etmemelidir. Kaçımız bir gece teheccüt namazı kılıp ardından “Allah’ım bu insanların kalplerini din, iman adına yumuşat” diye dua ediyoruz? Dine hizmet etme düşüncesinde olan bir insan din ve diyanet adına yüksek seviyede bir fikrî ve ruhî donanıma sahip olmalı, Allah’la kavî bir irtibata geçmeli ve sürekli fikir sancısı taşımalıdır. Dünyada artık İslam’ın temsili meselesi bir amme meselesi haline gelmiştir. Kimsenin asla şahsî tavır ve davranışlar içine girmemesi gerekir. Zira bu tür davranışlar bütün müminleri mahcup edecek yanlışlıklara sebebiyet veriyor. Bugün İslam’ı müdafaa ve temsil adına dünyada bazı grupların yapıp ettikleri yüzünden, hem içimizde dîne daha da ısındırılacak olanlara hem de gayrimüslimlere bu tabloyu izah etmekte güçlük çekiyor ve zor durumda kalıyoruz. Bütün bu yanlışlıklar, Kur’ân’ın ve Sünnetin ruhunu anlayamamaktan, sırat-ı müstakîm düşüncesini idraksizlikten ve hissiyatla hareket etmekten kaynaklanıyor.
His ve heyecan dîni gönüllere duyurma ve yapılan saldırılar karşısında da onu müdafaa adına gerekli ve çok önemli bir dinamiktir. Fakat bu dinamik mutlaka ilim, akl-ı selim, mantık, muhakeme, meşveret düşüncesiyle tadil edilmeli, faydalı ve verimli hale getirilmelidir.
Hey Genç! Senin Tek Amacın Var
İnsanın hayattaki temel amacının Allah’ın rızası olması, diğer insanlarla olan ilişkilerini de kuşkusuz temelden değiştirir. Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim’den bugüne uzanan hak dinin özelliğinin, tüm hayatın Allah’a adanması olduğu haber verilir. Bir ayette şöyle buyurulmaktadır: “De ki: Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hep âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’âm, 162.) Allah diğer insanlara nasıl davranılması gerektiğini Kur’ân’da bildirmiştir ve Allah’a karşı duyulan sorumluluk, diğer insanlara karşı en adaletli, en doğru, en dürüst tutumun gösterilmesini sağlar. Ayetlerde, müminlerin bu yöndeki bakış açısı şöyle tarif ediliyor: “Adaklarını yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar. Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Doğrusu sıkıntı ve dehşet dolu bir günde Rabbimize vereceğimiz hesabın korkusunu duyuyoruz derler.” (İnsan, 7-10.)
Ayetlerden de anlaşıldığı gibi, müminlerin diğer insanlardan medet umma, onlardan karşılık bekleme gibi bir tavırları yoktur. Bu, mümine çok güçlü ve sağlam bir karakter kazandırır. Mümin her ortamda, herkesin karşısında doğru olanı, yani Allah’ın emirlerini yerine getirir. Ne kimseden takdir bekler ne de kimseden çekinir. Yalnızca Allah’ın hoşnutluğunu ister. Mümin kendisine verilen bir makam ya da mevkiden dolayı şımarmaz. Mümin tavrının tam aksine karakter sergileyenler, olaylar ve insanlara göre değişik bir tavır ve karaktere sahip olurlar. Böyle insanlar yerine, zamanına ve kişisine göre bir “ayar dîni” edinmişlerdir.
Ali Can'ın Yazısı.