Ayşe Çelik’i, Beyaz’ı linç(!) edebiliriz. Ama bu yıkımdan geri döndüğümüzde kendimizi bulamıyorsak tüm bu artistlik hareketler ne işe yarayacak.

Geçtiğimiz ay sosyal medyamız; Beyaz Show’a Diyarbakır’dan bağlanan Ayşe Çelik’in konuşması ile sallandı. Malum konuşmayı internetten aradık bulduk dinledik. “Öğretmenler geriye döndüklerinde çocukların yüzüne nasıl bakacak” sorusundaki kastı da anladık, devletten sonra öğretmenleri de suçlu ilan ederek terör örgütünü masumlaştırma çabasını da hissettik. Bu tür söylemlere alışkınız. Ama tüm bu kasıtların, bu propagandaların dışına çıkıp daha geniş bir bakış açısı kazanmada acele etmemiz gerekiyor. “Doğuya dönmek” sözü zehrin içinde bir panzehiri de barındırıyor çünkü. Her şehrin, her mahallenin, her toplumun bir doğusu muhakkak vardır. Her idealist öğretmen yönünü bir gün o doğuya dönmek zorundadır.

GENÇ öğretmenim;

- Gerçekten, “gerçekler” dünyanın en incitici malzemeleridir. Hepimiz büyük önyargılarımıza attığımız zincirlerimiz sayesinde ufak tefek kımıldanmalarımızı özgürlük, düşünce, hayat gibi kelimelerle kullanma cüretinde bulunuyoruz. Protesto ediyoruz. Devrelerimizi yağlıyoruz, demirlerimizi parlatıyoruz, zırhlarımızı sırtımızda hissediyoruz. Durduğumuz yeri beğeniyoruz. Bak buraya bu protesto nasıl da yakıştı değil mi diye sessiz sorular sorup, ivedilikle evet diye cevaplıyoruz. Ayşe Çelik’i, Beyaz’ı linç(!) edebiliriz. Ama bu yıkımdan geri döndüğümüzde kendimizi bulamıyorsak tüm bu artistlik hareketler ne işe yarayacak.

- Görev yerine geri döndüğünde, Hazreti Peygamber’in sünnetini ivedilikle uygulamalısın. O, geriye döndüğünde tüm vücudu ile dönerdi. Bu, geriye döndüğünde bile ileriye baktığının en büyük göstergesidir. Sen de bu geri dönüşü tüm vücudun, tüm ruhun ve gönlün ile gerçekleştirirsen bu geri dönüş bir ileri dönüş olarak nitelendirilecektir.

- O meşhur sözde olduğu gibi “eskiden bu topraklarda ayağı takılan her insan bir tekkenin önüne düşerdi.” Ahlaklı olmanın membaına yani… Her öğretmen bulunduğu yeri ahlakın bir şubesine çevirebilirse, düşenlerin düşmesi kalkmak için bir esneme/gerilme hareketinden başka bir şey olmayacaktır.

- Dostoyevski “kırk yaşından sonra yaşamak ayıptır” diyor. Yani kırk yaşı ya olmaya ya olmamaya vesile kılıyor. Kendi yaşamından soyunup başkalarını yaşatmanın esas mesele olduğu yaştır kırk yaş. O yaşa kadar testini doldurmalısın, kendini kendin kılmalısın, kendini parlak ve ışıklı bir çayır gibi büyütmelisin, sınırlarını genişletmeli, önyargılarını törpülemeli, “anlam” denilen muammayı sokulduğu kuytulardan bulup çıkarmalısın. Kırk yaşında sadece kendi yaşayışı ile uğraşan adamı tâ iki yüz sene öncesinden ayıplarlar.

- Bulunduğun her alan için cevapların olmalı. Zerdüşlük hakkında ne biliyorsun? Eşcinsellik, vejetaryenlik, ateizm gibi konularda ne kadar donanımlısın?

- Acımak fiili bir öncesi iken merhamet bir sonrasıdır. Acımak bir anlıktır, merhamet ise devamlıdır. Merhamet beraberinde bir eylemi, bir onarmayı, bir tamamlamayı da getirir. Çocuklara acımayı değil merhameti öğretmelisin. İşgal bir öncesi, fetih bir sonrasıdır. İşgal anlıktır, almaya yöneliktir. Fetih ise bir sonrasıdır. Gittiğin yere bir eylemi, bir onarmayı, bir tamamlamayı da beraber götürmek demektir. Fetih vermeye yöneliktir. Çocuklara fethi, en çok da kalplerin fethini öğretmelisin. Çocuklara huzuru öğretmelisin. Keyif anlıktır, huzur ise bir sonrasıdır. Kişisel keyifler içinde kaybolan gençleri keyif çayırından huzur ormanına çıkarmalısın. Keyif insanı güdükleştirir. Huzur ise gittiğin yere bir eylemi, bir onarmayı, bir tamamlanmayı götürdüğün an mümkündür. Keyif bireysel, huzur toplumsal bir durumdur.

Bir sonrası. Ya sonrası. Bundan sonrası. “Sonrası” kelimesi hepimizin tutamak noktası olmalı. çünkü Kevser Sûresi’nde Rabbimiz soyu kesik olan sana zulmedenin ta kendisidir der. Zulmün soyu kesiktir. Devamsızdır. Sürekli kesintiye uğrar. Ama iyilik devamlıdır. Sonsuz bir yürüyüşü vardır iyiliğin. İyiliğin kazanacağına dair inancını kaybetmemelisin.

- Yüzeydeki sarsıntıların bizi etkilememesi için merkezin sağlam olması gerekir. Merkezin sağlam olması ise merkeze ne koyduğunuza bağlıdır. Senin merkez noktan sağlamsa toplumun, yetiştirdiğin öğrenciler sayesinde merkez noktası sağlam olacaktır. Kitabımızda “içinizde iyiliği emreden kötülükten nehyeden bir topluluk bulunsun” der. İşte bu bir merkezileştirmedir. Merkezde olan, eğilmeyen ve bükülmeyen bir duruştan bahseder. İnsan kendini iyi tanımalı ve zaaflarını bilmeli. Kıyı nerededir, merkez nerededir sorgulamalı. İzlediğinden dinlediğine, yaşadığı ortamlardan ruhsal yolculuğuna kadar kendi çemberinin merkezinden kaymamak adına çaba sarf etmelidir. Doğuda bir köy okulunda da olsan, batıdaki bir kolejde de olsan merkeze ne koyduğun önemlidir. Hakikatin olmadığı her yer Müslümana kıyıdır, kenardır, uçtur, taşradır.

- Bir gecede Sırplar Boşnakları katletti. Oysa kapı komşusuydu her biri. Yan yana yaşıyorlardı. İstiyorlar ki Kürtler de Türkleri, Türkler de Kürtleri kalksın ve bir gecede katletsin. Buna engel teşkil eden tek gerçeğin İslam olduğunu çok iyi biliyorlar. Ortak zeminimiz olan İslam’dan bireyleri bu yüzden tek tek koparmaya çalışıyorlar. Istrati bir romanında şöyle der: “İnsanlar birbirlerini öldürmeye devam edecekse İsa’nın yeni bir din getirmek için zahmet etmesine ne gerek vardı.” Ahlaki değerlerimiz ve dini literatürümüz yakamızda bir çiçek gibi sunileşip, hayatımıza dahil olmuyorsa hepimiz tek tek ortak zeminimizden kopuyoruz demektir.

- Eğitim ile ilgili romanlar yazan Hermann Hesse’nin sürekli vurguladığı bir cümle vardır: “Bir üstad ne yaparsa yapsın, yaptıkları her zaman kişisellikten daha fazla bir şeydir” der. Öğretmen daima bir fazlasıdır. İrfana, ilme giden sonsuz basamaklar var. O merdivenin en alt basamağına oturup bu kadarı yeter diyen insan için ruhun derinlerindeki bir tohum çürüyor demektir. Oysa tohum çürümek kadar açmayı da barındırır içinde.


Ayşegül Genç'ın Yazısı.