Hz. Peygamber, İmam Muslim’in rivayet ettiği bir hadisinde şöyle buyurur: “Sizden biriniz bir yanlış gördüğünde, onu eliyle düzeltsin. Eliyle düzeltemezse diliyle (düzeltmeye çalışsın). Buna da gücü yetmezse, kalbiyle (buğz etsin). Ki bu da imanın en zayıf derecesidir.”

Yanlış bir şeyle karşılaştığımızda, hele de yaşımız gençse, içimiz o yanlışı düzeltme isteğiyle dolar. Hemen müdahale edelim, hemen sesimizi yükseltelim, hemen eleştirelim isteriz. Hatta bazen, yanlışı düzeltelim derken, kendimize zarar verecek sonuçlara da yol açarız. Yol-yordam bilmezliğimiz, bize elimizdeki nimetleri de kaybettirir. Üstelik yanlışlar da düzelmediğiyle kalır öylece.

Din, insanın sadece Allah’la ilişkilerini değil, onun diğer insanlarla ilişkilerini de düzenlediğine göre, “Bir yanlış nasıl düzeltilir?” sorusuna dinin verdiği bir cevap olmalı. Ve elbette var.

Hz. Peygamber, İmam Muslim’in rivayet ettiği bir hadisinde şöyle buyurur:

“Sizden biriniz bir yanlış gördüğünde, onu eliyle düzeltsin. Eliyle düzeltemezse diliyle (düzeltmeye çalışsın). Buna da gücü yetmezse, kalbiyle (buğz etsin). Ki bu da imanın en zayıf derecesidir.”

Bu hadis, tıpkı namaz ve diğer ibadetlere kaynaklık eden hadisler kadar sahih. Onlar kadar bağlayıcı, onlar kadar hayata temas edici ve gerçekçi. Dolayısıyla, herhangi bir yanlışa müdahale etmemiz gerektiğinde, namaz kılarken bütün rükûnlara nasıl dikkatle riayet ediyorsak, aynı şekilde yukarıdaki hadisin bize öğrettiği şekilde davranmamız gerekiyor. Eğer, Allah’ın Elçisi’ni dini hayatımızın yanında, sosyal hayatımızda da rehber ediniyorsak.

Şimdi, hadisin bize öğrettiği hareket tarzına daha yakından bakalım:

Bir yanlışı gördüğümüzde, ilk yapmamız gereken şey, onu elimizle düzeltmek. Yani yanlışı (ve sebeplerini) engellemek, yok etmek, ortadan kaldırmak. Bu aşama, örneğin müstehcen bir karenin üstünü örtüvermekten başlayıp devlet başkanlığı koltuğuna oturarak bir ülkedeki yanlışları bizzat düzeltmeye kadar, geniş bir davranış silsilesini ihtiva ediyor. Neye ve ne kadarına gücümüz yetiyorsa, yanlışlara o derecede müdahale etmek. Elimizde hangi imkân ve vesile varsa, onu sonuna kadar kullanmak.

Yanlışları elle düzeltmek, insanları doğruya sevk etmeyi ve doğru alternatifleri geliştirmeyi de içeriyor doğal olarak. Bir şey düzgün gitmiyorsa, yapılacak şey onun sahih şeklini ortaya koymak ve insanları ona doğru yönlendirmek olmalı. Bu da elbette çok çalışmayı, laf değil iş üretmeyi, sonuca odaklanma saplantısından kurtularak tamamen sürece odaklanan bir düşünce tarzını gerektiriyor.

Yanlışları elle düzeltmeyi başaramadığımızda, ikinci aşamaya geçiyoruz. Sözlü uyarı, eleştiri, özeleştiri, şikâyet ve benzeri bütün araçlarla yanlışın düzeltilmesine çalışma aşaması bu. Elden bir şey gelmeyince ve elle yapılacak her şey tükenince, sıra dile geliyor.

Bugün maalesef, herhangi bir yanlışa müdahale etmemiz gerektiğinde, hadisteki ilk şartı hızlıca es geçip, “dille müdahale” noktasına geliveriyoruz. Şikâyet ettiğimiz yanlışların, sahih alternatiflerini oluşturup insanları bunlara yönlendirmeden ortadan kalkmayacağını unutuyoruz üstelik. Buna bir de yerli-yersiz her şeyi eleştirmek, toplumsal düzende tedricilik prensibini göz ardı etmek ve sabırsızlık gibi hastalıklarımız eklendiğinde, yanlışlar yok olmak yerine katlanarak etrafımızı sarıyor.

Daha da kötüsü, Hz. Peygamber’in bize öğrettiği hareket tarzındaki sıralamayı kafamıza göre değiştirdiğimizde; yanlışları düzeltmek için salih amel üretmek yerine sadece dilini çalıştıran, nimetlere şükretmek yerine hep daha fazlasını isteyerek giderek şükürsüzleşen, eline geçen her fırsatı şikâyet ederek ve küçümseyerek karşılayan ‘ahir zaman insanları’ haline geliyoruz. Ve bereket, hayatlarımızdan yavaş yavaş çekiliyor.

Eyleme geçmeyip, sesini de yükseltmeyip, sadece kalben buğz edenlerimiz de çok. Onlar da “imanın en zayıfına” talip oluyor maalesef. Yarışta şevkle daha ilerilere geçmek varken, en geride kalmaya gönüllü olanlara diyecek bir şey yok.

Şuna kesinlikle inanıyorum:

Hz. Peygamber’in tarif ettiği bu eylem planını güzelce anlayıp sabırla uygulayan insanlar çoğalmadıkça, şikâyet ettiğimiz kötülükler ve yanlışlar da azalmayacak. Yanlışlarla mücadeleki başarı ve güzelliklerin artması, bu üç cümlelik reçeteyi derinlemesine anlamaktan ve sosyal hayatta ilke edinmekten geçiyor.


Taha Kılınç'ın Yazısı.