Açılan yaralar merhametle sarılmalı. Kırılma derinleşirse, telafisi imkansız daha büyük sorunlarla mücadele etmek zorunda kalınacak zira. Bu mesele daha çok su götürecek.

Geçen yılın bahar aylarında, değerli düşünür Rasim Özdenören Şırnak’a geldi. Konferans verdi, özel oturumlarda insanlarla sohbet etti, kitaplarını imzaladı. Aslında Özdenören yabancısı değildi Şırnak’ın. Yıllar önce yedek subay olarak askerliğini yaptığı Şırnak’a tekrar gelmenin heyecanını yaşıyordu. O zaman henüz küçük bir ilçe olan şehirde Özdenören, eşraftan büyük değer, misafirperverlik görmüş, ömrü boyunca unutamayacağı hatıralar yaşamış. O gün kendisini ağırlayan insanları artık göremediyse de evlatlarını ziyaret ederek vefasını göstermek istedi.

Rasim Özdenören’in Şırnak’a gelmesinin sembolik bir anlamı vardı. Artık terörle ismi özdeşleşmiş bu ilde, ilmî, edebî, entelektüel etkinlikler düzenleniyordu. Barışın sağladığı ortamda, İlim Yayma Cemiyeti, Ensar Vakfı, Anandolu Gençlik Derneği gibi sivil toplum kuruluşları çeşitli faaliyetler yürütüyordu.

Bu faaliyetlerin, yerli halk üzerinde doğrudan bir etkisi olduğunu veya halkta makes bulduğunu söylemek henüz zordu. Bunlara daha çok dışarıdan şehre gelen öğretim üyesi, öğretmen, memur, öğrenci gibi insanlar teveccüh ediyordu. Ama yine de uzun vadede bunlar toplumu dönüştürebilecek bir umudun da işaretlerini veriyordu.

Burada şu tespiti yapmak kanımca önemli: Terör eylemlerinin ve 90’lı yılların sebep olduğu travmanın yıllar yılı sindirdiği insanlar her türlü faaliyete kapalı kalmış. Dinî anlayış bütünüyle geleneksel bir yapıya sahip. Daha açık bir deyişle, yozlaşmış, derinliği olmayan ve bilinçsiz bir dindarlık var. Hizbullah’ın silahlı eylemleri dine karşı bir korku aracı olarak kullanılmış. Gülen cemaati de ihtiyatla yaklaşılması gereken bir yapı olarak görülmüş. Dolayısıyla onların gözünde dindarlık demek, ya Hizbullah, ki son yıllarda bu DAİŞ’e evrilmiştir, ya da Gülen cemaati demek. Bu da diğer sivil toplum kuruluşlarının işini son derece zorlaştırıyordu.

Barış sürecinde, ülke çapında faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ağır aksak ilerlerken, terör örgütünün çalışmalarını daha sistematik yürüttüğü, tabanını daha da güçlendirdiği, gençler üzerinde güçlü bir etki yarattığı bugün için daha iyi anlaşılıyor.

90’lı yılların sebep olduğu travmayı, Güneydoğu insanı kolay kolay üzerinden atamadı. Devletin o dönem yaptığı yanlışlar, terörü besleyen en önemli etken oldu. Çözüm süreci bu bakımdan oldukça anlamlıydı. Bir yandan tabii hakların insanlara verilmesi ve sosyal devlet politikaları, öbür yandan devletin geçmiş dönemde yapılan hataları telafi etme girişimleri bölgenin normalleşmesi adına oldukça önemli gelişmelerdi.

Ancak çözüm sürecinin yine de yeterince değerlendirildiği söylenemez. Ben, eğitim seviyesini yükseltmek adına, Milli Eğitim’in bir Doğu-Güneydoğu eğitim projesi hazırladığını veya Diyanet’in bir din eğitimi projesi olduğunu, kalkınma ajanslarının bölgenin kalkınması için bir teşebbüse giriştiklerini bilmiyorum. Vakıflar, dernekler ise herhangi bir Anadolu şehrinde şube açar gibi hareket ettiler. Doğu-Güneydoğu insanı üzerinde etkili olacak, gençleri terör örgütünün nüfuzundan kurtaracak projeler üzerinde düşünmediler. Balkanlar, Türkî Cumhuriyetler, Afrika’daki Müslümanlar için büyük projeler üretip yardımlar sağlayan vakıflarımız, derneklerimiz Güneydoğu-Doğu Anadolu’yu o kadar önemsemediler.

Sivil toplum kuruluşları şu an faaliyetlerini yürütebilmek bir yana, tehditlerin odağındadır. Terör örgütü de biliyor ki, kendileri için en büyük tehlike bu kuruluşların etki alanlarını artırarak, ayağının altındaki zemini kaydırmasıdır.

Barış ortamına tekrar ne zaman dönülür, normalleşme yeniden nasıl sağlanır şimdilik meçhulümüz. Ancak herkesin iyi bildiği gerçek, askeri müdahalelerin kalıcı çözümler getirmediği, getirmeyeceği. Bölge halkının eğitim seviyesini yükseltecek, dinî anlayışını besleyip ihya edecek projeler üretilmeli. Son olayların sebep olacağı muhtemel kırılmaların derinleşmesine, Anadolu’dan kurulacak şefkat ve kardeşlik köprüleriyle engel olunmalı. Açılan yaralar merhametle sarılmalı. Kırılma derinleşirse, telafisi imkansız daha büyük sorunlarla mücadele etmek zorunda kalınacak zira.

Bu mesele daha çok su götürecek.


Mesut Kaya'ın Yazısı.