Üsküdar Güzellemesi
Güzin Beyza Gül
Ocak ayının ilk günleri Haydarpaşa’da fakülteden çıkmış Üsküdar’a doğru eve yürüyorum. Kulağıma kulaklıklarımı takmış, az önce girdiğim final sınavının sorularını, yetiştiremeyeceğim konuları, geçemeyeceğim sınavları düşünüp hayıflanıyorum. O kadar dalmışım ki bir buz parçasına basıp tökezliyorum. Başımı kaldırıp nerede olduğuma bakıyorum: Karacaahmet mezarlığına varmışım. Hemen sol tarafımda -yerin altında- insanların ne imtihanlar verdiğini düşünüp irkiliyorum. Karacaahmet’i geçiyorum, çiçekçi pazarı… Pazarcıların soğuktan nefeslerinin donuşunu izliyorum, yaşlı bir teyzenin taşıyamayacağından fazla yüklendiği poşetleri, bir çocuğun annesinin elini bırakıp koşuşunu, babasının arkasından bağırışını görüyorum. Hiçbirini duymuyorum. Kulağımda yanık bir Ahmet Kaya türküsü sesleniyor: Hani benim gençliğim nerde?
Pazarı geçip evimin sokağına giriyorum. Çok değil 5 adım sonra küçük bir çam fidesinin başında yaşlı ama dimdik bir Amca duruyor, dağ gibi bir adam. Bir an göz göze gelince hemen kaçırıyorum bakışlarımı. Allah’ın selamını vermekten bile imtina ediyorum. Eliyle beni çağırması üzerine kulağımdan kulaklığı çıkarıp yanına yaklaşıyorum. Tereddütle: ‘’buyurun Amca?’’ diye soruyorum. Üstünde jilet gibi ütülenmiş bir takım elbise, içinde aynı renkte yeleği ve kar beyazı gömleği var. Elinde de oymalı bastonu… Saçları özenle taranmış, kır sakallarından hoş bir amber kokusu geliyor. Bana: ‘’Korkma kızım gel bak ne göstereceğim.’’ diyor. Korktuğumu Amca söyleyince anlıyorum. O kadar kötülükle iç içe yaşar olmuşuz ki iyiliği unutmuşuz, insandan dahi korkar olmuşuz. Kendime kızıyorum. Bu arada Amca parmaklarını taze çam yapraklarında dolaştırarak burnuna götürüyor. Tüm çam kokusunu içine çekiyor. Bana dönerek: ‘’sende kokla.’’ diyor. Tüm korkularım geçiyor. Gülümsüyorum. Böylesine masum bir istek bulunması kalbimi ısıtıyor. Bende aynı şekilde çam yapraklarını okşuyorum. Çamın taze kokusunu içime çekiyorum. Bu karlı kış gününde baharı içimde hissediyorum. ‘’Her gün şu mis gibi çam ağaçlarının yanından geçip gidiyorsunuz hiç kokusunu bilmiyorsunuz, onları hiç sevip okşamıyorsunuz.’’ diyor sitemkar bir dille. Sözlerinin ağırlığı göğsüme oturuyor, gözlerim doluyor. ‘’Sen ne iyi kızmışsın. Allah sana zihin açıklığı versin.’’ diyerek bana dualar ediyor. En son ‘’Beni dinlediğiniz için sağ olun, hanımefendi’’ diyerek gidiyor. Bir süre ne olduğunu anlamaya çalışıyorum.
Az önce gerçek bir Üsküdar beyefendisi ile tanıştığımı anlıyorum. Beyefendi diyorum ama bunu ne kibar üslubuna, ne de tertipli kıyafetlerine bakarak değil; kalbinin güzelliğine bakarak söylüyorum. Sadece onu dinlediğim için bana bin bir dua edişini düşünüyorum. Kendindeki güzelliğin, iyiliğin farkında mı acaba? O Amca gün içinde sokağındaki çam ağaçlarını kokluyor, kapısının önündeki kedilerle oynuyor, insanlarla muhabbet kuruyor. Biz ise kulağımıza kulaklıkları takıp soyutluyoruz kendimizi insanlardan, Üsküdar’dan. Anlıyorum ki o Amca Üsküdar’ı yaşıyor, biz ise Üsküdar’da yaşıyoruz.
Eve gitmekten vazgeçip sağa dönüyorum. Telefonumu sessize alarak kulaklıkla beraber çantama kaldırıyorum. Koşturarak eve gidip tekrar dersin başına oturmak yerine, Üsküdar’ı yaşamaya karar veriyorum. Sahil yoluna inip derin bir nefes çekiyorum içime. Karşıdaki Sultanahmet’e Ayasofya’ya, Topkapı’ya bakıyorum. Dalgaların üzerime çarpmasına izin veriyorum. Kız kulesine vardığımda güneşin batmak üzere olduğunu görüyorum. On dakika oturuyorum orada. Bu manzarayı aklıma kazıyorum. Gözlerimi kapatıp dinliyorum: Vapur seslerini, martıların kavga edişini, çiçekçi teyzelerin çiçeği satmak için dil dökmelerini…
Yoluma devam ediyorum. Yürüdükçe sıkıntılarımın gittiğini fark ediyorum. Yürüyorum ayaklarım acıyana kadar yürüyorum. Dönüşte Üsküdar’ın en kıymetlisine uğruyorum: Aziz Mahmut Hüdayi Hz. Dualar fısıldıyorum. Sanki yeniden iman edercesine haykırıyorum semaya: Dil ile değil kalp ile. Aziz Mahmut Hüdayi’nin şu dizleri geliyor aklıma:
‘’Buyruğun tut Rahman`ın, tevhide gel tevhide
Tazelensin imanın, tevhide gel tevhide.’’
Her zaman çıktığım dik yokuşu hiç acele etmeden tırmanıyorum. Her zaman geçtiğim yolları sanki ilk kez görüyormuş gibi yürüyorum. Eve varıyorum ellerimde hala çam kokusu. Hemen Kalem ve kağıt bulup oturuyorum masanın başına. Başlıyorum yazmaya: ‘’
Ocak ayının ilk günleri Haydarpaşa’da fakülteden çıkmış Üsküdar’a doğru eve yürüyorum.’’
GENÇ'ın Yazısı.