M. Huzeyfe Erdemir

İnsanlık tarihi boyunca birçok çatışma alanları oluşturulmuş ve temelde birlik olması gereken birçok insanın çeşitli nedenlerle ayrışmasına sebepler doğmuş ya da oluşturulmuştur. Bu ayrışmaların birçok sebebi vardır. Kimi zaman ekonomik menfaatler kimi zaman dinsel ayrılıklar bu çatışma ortamlarının oluşmasına zemin hazırlamıştır. Günümüz dünyası da farklı cephelerden birçok çatışma alanlarını barındırmaktadır. Bu çatışma alanlarındaki sorunlar belirli cephelerinden tabiî ki bizi ilgilendirse de bazı alanlar var ki coğrafi konum, katledilen insanlar vs. açısından önem sırasında bizim için başlarda yer alır. Günümüzde tüm dünyayı ilgilendirir gibi görünen fakat temelde Müslüman coğrafyasını ilgilendiren en büyük çatışma alanı Suriye’dir. 2011 yılında patlak veren Suriye savaşı giderek daha vahim bir hal almaktadır. Şimdi Suriye özelinden yola çıkarak İslam dünyası genelinde çıkması muhtemel çatışma alanlarını temel saikleriyle değerlendirmeye çalışacağız.

Tarihsel bir okuma yaptığımızda bugün coğrafyamızda olan olayların aslında geçmişle çok farklı şeyler olmadığını görürüz. Yine “küfür tek millet” halinde coğrafyamıza saldırırken her dönemde olduğu gibi Müslüman görünümlü tipler bu saldırıya gerek fiili gerekse kalplerinden gelenin yüzlerine yansıdığı şekliyle destek vermektedir. Hali hazırda oluşturulmuş çatışma ortamlarının yanında ise gelecekte oluşturulması muhtemel kargaşaların planları yapılmaktadır. Suriye özelinde görünürde Rusya, Esed ve İran’ın başını çektiği bir grup karşısında ise ABD ve körfez ülkelerinin başını çektiği diğer bir grubun mücadelesi görülmektedir. Bunlar Suriye’yi menfaatleri doğrultusunda istedikleri yerlere çekmeye çalışan fırsatçılardır. Diğer yandan gizli kapılar ardında ise birçok anlaşmalar yapılmaktadır. Özellikle Rusya-ABD ittifakı bunun yanında İran’ın körfez ülkeleri dışındaki emperyalist güçlerle yaptıkları ittifaklar… Tüm bu ülkeler bir satranç masası misali piyonlarını oynatmakta çıkarlarına göre ise bazen beyaz taştan bazense siyah taştan hamleler yapmaktadırlar. Tüm bu karmakarışık stratejilerin mağdurları ise Suriye’deki mazlum halk ve İslam’ın izzet ve şerefinin ayaklar altına alınmasına engel olmak adına aslanlar gibi mücadelelerini veren dünyanın ‘Muhalifler’ diye isimlendirdiği bir avuç Mücahittir. Ne hikmettir ki DAİŞ, PYD gibi oluşumlara karşı birleşmeyen batıl güçler bu bir avuç mücahide karşı akıl almaz bir hızda birleşmiş ve saldırmışlardır. Söz konusu İslam olunca Haçlı ittifakı ve ona yol açan münafık tipler her devirde aynı birlikteliği göstermişlerdir.

Suriyeli mazlumların hali ortadayken ve saldırılar hız kesmeden tüm vahşetiyle devam ederken İslam dünyasında yeni çatışma ortamları oluşturulmak istenmektedir. Bu ortamlardan en önemlisi Türkiye’dir. Yüzeysel bir coğrafya okumasıyla dahi görüleceği üzere şu anda Türkiye’nin dört bir yanı çatışma alanları ve düşman ülkelerle çevrilmiştir. Tarihte olduğu gibi Anadolu coğrafyasına sıkışmış bir halin içerisindeyiz. Ülkemizin içerisinde ise özellikle Doğu ve Güneydoğu da oluşturulmaya çalışan savaş ortamı hem dışta hem içte bir mücadeleye hazırlanmamızın sirenlerini en acı haliyle çalmaktadır. Tüm bu fiili müdahalelerin yanında manaya tasallut edici bir savaşın da içerisindeyiz. İslami, ahlaki, kültürel birçok alanda mana savaşları vermekteyiz. Fakat görünen o ki bu savaşlar da ağır mağlubiyetler almış durumdayız. Özellikle toplumumuzun aşırılıkları bilinçli olarak bazı çevrelerce kaşınmaktadır. Irki taasubiyet, ham yobaz kaba softalık, diyalektikten yoksun İslami hareketler gibi tersinden birbirini besleyen birçok çatışma alanı oluşturulmuştur. Mesela, Tasavvufu müşriklik olarak gören bir çevre olduğu gibi tersinden ‘Kur’an Müslümanlığı’ adı altında İslam’ın manasını kaçırmış çevreler birbirini menfi olarak beslemektedir. Bunların yanında bir ideale olan aşktan yoksun yeni nesil ise tamamen midesi ve tenasül uzvu arasında hayat sürmektedir.

Tüm bu madde ve mana işgallerine maruz kaldığımız evimiz, yurdumuz ve coğrafyamızın her cephesiyle itidale ve “Sırat-ı Mustakim’e” yani dengeye ihtiyacı vardır. İslam her alanda ifrat ve tefriti yasaklamıştır. Müslüman âlemi de her devirde bu dengesizliğin “vasat ümmet” olamayışın acı tecrübelerini yaşamıştır. Şimdi yeni nesillere ulvi ideali aşılayıcı, güncel siyasette ise taarruzu uygulayıcı bir yöntemle dört bir yanımızın düşmanlarla çevrildiği coğrafyamızda “ya ol ya öl” tercihini yapma zamanıdır. Rabbim seferimizi makbul eylesin.
 


GENÇ'ın Yazısı.