Dağ Başında Bir Afgan Köyü
İki araba yolumuzu keser gibi sert bir şekilde önümüzde durdu. Arabalardan inen silahlı köylüler koşar adımlarla yanımıza yaklaşmaya başladı. Ortalık bir anda gerginleşti…
Oldukça zor ve meşakkatli bir yolculuğun ardından sonunda sığınabileceğimiz bir köye ulaşmıştık. Fakat köylüler mücahidlerden mi yoksa işgal güçlerinden mi taraftı? Bölgedeki köylülerin büyük bir kısmı mücahidleri desteklese de işgalcilerle birlikte hareket eden köylüler de vardı. Fakat bizim için karşımıza çıkan bu Afgan köyüne sığınmaktan başka bir seçenek de gözükmüyordu. Her geçen dakika daha da ağırlaşan Halid’in dayanacak hali kalmamıştı. Ayrıca bizim de açlıktan midelerimiz kazınıyordu.
Tedirginlik ve umut duygularının eşliğinde köye doğru yürümeye başladık. Bu arada bize eşlik eden Afganlardan biri elinde tuttuğu mavzeriyle havaya silah sıkıyor, köylülere misafirlerinin olduğunu, bizim geldiğimizi haber veriyordu. Havaya sıkılan kurşunlar gecenin karanlığını aydınlatırken içimizdeki tedirginlik daha da artıyordu. Bir belirsizliğe doğru yürüyorduk ve artık Allah’tan başka sığınak ve dayanağımız kalmamıştı.
Kim bu silahlı adamlar?
Köyün girişine bir hayli yaklaşmıştık ki köyden çıkan ve farları yanıp sönen iki araba bize doğru yaklaşmaya başladı. Artık ne olacaksa birkaç dakika içinde olacaktı. Ya dünyaya veda edecek ya da Allah hayatta kalmamız için bize bir fırsat daha verecekti. Bir taraftan içimden Kelime-i Şehadet getiriyor diğer taraftan da dua ediyordum. İki araba yolumuzu keser gibi sert bir şekilde önümüzde durdu. Arabalardan inen silahlı köylüler koşar adımlarla yanımıza yaklaşmaya başladı. Ortalık bir anda gerginleşti. İki tarafta birbirini tanımaya çalışıyordu. Yanımızdaki Afganlardan biri “mücahidiz, mücahidiz!” diye bağırınca köylüler birden silahlarını indirerek sevinç içinde bize doğru koşmaya başladılar. Gergin ortam birden tamamen değişti. Herkes gülüyor, tekbir getiriyor, sımsıkı bir şekilde birbirimize sarılıyorduk. Biz bunca meşakkatin ardından sonunda güvenli bir yer bulduğumuz için mutlu olurken Afgan köylüler de mücahidlerle karşılaştıkları için adeta sevinçten uçuyorlardı. Afgan yol arkadaşlarımızdan biri yaralılarımız olduğunu söyleyince köylüler hemen kollarımıza girip bizi arabalara doğru götürmeye başladılar.
Yaşlı Afgan köylü
Önce Halid’i ve bacağından yaralı olan Afgan’ı bir arabaya bindirdik. Daha sonra biz de diğer arabaya bindik. Artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Arabanın kapısı açılır açılmaz kendimi koltukların üzerine attım. Yan koltuğa oturan yaşlı bir Afgan köylü başımı kucağına aldı. Bana bakarak gözyaşı döküyordu. Ne söylediğini anlayamıyordum ama gözlerinden dökülen yaşlar yüzümü ıslatırken bambaşka duygular içindeydim. Yaşlı Afgan beni ısıtmaya çalışıyordu. Sanki dedesi tarafından sevilen, şefkat ve merhamet gösterilen bir çocuk gibiydim. Bir ara arabanın bagajına uzandı ve içinde ekmek olan poşeti alıp bana verdi. Ekmekleri görünce benim de gözlerim açıldı. Belki de hayatımda elime ekmek almak beni hiç bu kadar heyecanlandırmamıştı. Ben de bir parça koparıp diğer yol arkadaşıma uzattım. Ekmeği ısırdıkça daha bir keyifleniyor, kendime geliyordum. Yaşlı Afgan ekmek nedeniyle ne kadar mutlu olduğumu anlamış olmalı ki halime bakıp gülüyordu. Diğer taraftan da bir çocuk gibi beni sevmeye, saçlarımı okşamaya devam ediyordu. Arabanın teybinde Arapların meşhur direniş marşı “Senehuzu” çalıyor, karları çiğneyerek yolumuza devam ediyorduk. Bende bambaşka duygular içindeydim. Hiç tanımadığım bu yaşlı Afgan köylüyle aramda oluşan sevgi bağı bana bir kez daha Müslüman olmanın gururunu yaşatıyordu. İslam ümmetinin bir ferdi olmak gerçekten Allah’ın inananlara bahşettiği en güzel ikramlardan biriydi.
Köyün medresesi ve öğrenciler
Araba köydeki evlerden birinin önünde durdu. Evden çıkan ve yaşları 14 ile 25 arasında değişen, başlarında sarık olan onlarca öğrenci kapının önüne dizilmiş bizi bekliyordu. Daha sonra bu evin İslami ilimlerin okutulduğu bir medrese olduğunu öğrendim. Yaşlı Afgan köylü koluma girerek beni arabadan dışarı çıkardı. Ekmek yiyince biraz kendime gelmiştim; fakat yaşlı Afgan yine de kolumu bırakmıyordu. Medresenin kapısına gelince ayakkabılarımın bağını çözmek için yere eğilmek istedim. Fakat yaşlı Afgan kolumdan tutup beni engelleyerek ayakkabılarımın bağlarını kendisi çözmek istedi. Öyle utandım ki hemen eğilip ellerinden tuttum. Tebessüm ederek gözlerimin içine baktı. Fakat ayakkabılarımın bağını çözme konusunda son derece kararlıydı. Ne kadar utansam da yaşlı adam ayakkabılarımın bağını kendi elleriyle çözdü. Ben de yumuşacık ellerinden öperek ona ne kadar mahcup olduğumu anlatmaya çalıştım.
Ya cephedeki Türk mücahidlere ne olmuştu? Numan acaba hâlâ hayatta mıydı? Cevaplarını aradığım bu soruların eşliğinde dağlara doğru tırmanmaya devam ediyorduk.
Afgan halkının en etkili silahı
Medreseye girer girmez Afgan öğrenciler bizi minderlerin üzerine yatırıp 6-7 kişiden oluşan topluluklar halinde her birimize masaj yapmaya başladılar. Bu durum beni bir hayli şaşırtsa da keyifli bir durumdu. Öğrenciler masaj yaptıkça bütün yorgunluğum gidiyor, vücudum adeta yeniden diriliyordu. Ayrıca yolumuzu kaybettiğimiz için sığındığımız Afgan köyünde adeta bir bayram havası yaşanıyordu. Kadınlar bize ikramlarda bulunmak için evlerinden getirdikleri yemekleri medresenin kapısında öğrencilere teslim ediyor, köylüler bizi görebilmek için medreseye akın ediyorlardı. Köyde yaralı mücahidlerin olduğuna dair haberler kulaktan kulağa yayıldıkça medresenin önündeki kalabalık daha da artıyordu. Yaklaşık yüzyıldır aralıklarla cihad eden; önce İngilizlere, sonra Ruslara şimdi de ABD öncülüğündeki NATO birliklerine karşı direnen Afgan halkının mücahidlere karşı beslediği sevgi bambaşkaydı. Cihada olan bağlılık, mücahidlere karşı duyulan sevgi Afgan halkını yüzyıllardır ayakta tutuyordu. Ben bir mücahid olmasam da mücahidlerle bir arada olduğum için onların kontenjanına dahil ediliyordum. Türkiye’den gelen bir gazeteci olduğumu öğrendiklerinde ilgi daha da artıyordu.
Koluma giren bomba parçası
Afgan öğrenciler bana masaj yaparken köylülerden biri de teker teker hepimizi gezip yaralarımızı inceliyordu. Halid iyice kendini toplamış, adeta yeniden canlanmıştı. Ayağından yaralanan Afgan yol arkadaşımızın yarasına pansuman yapılıyordu. Onun da keyfine diyecek yoktu. Yaralıları gezen Afgan köylü en son benim yanına geldi ve kan içinde kalmış olan kazağımı çıkartıp kolumu incelemeye başladı. Ben de ilk defa yaramı görüyordum. Sol koluma yarım parmak büyüklüğünde bir bomba parçası girmiş ve parça kolumda kalmıştı. Afgan köylü yaranın etrafındaki kanları temizleyip kolumu sardı. Bomba parçası kemiğe değil; ete geldiği için şimdilik herhangi bir sıkıntıya neden olmuyordu. Fakat yaralarımıza pansuman yapan Afgan köylü bizi tedavi için bir başka bölgeye götüreceklerini, yaralarımıza tekrar bakılması gerektiğini söyledi.
Hayat, ölüm, çaresizlik, umut, sevgi…
Arabalara binip yola çıkmadan önce bize büyük bir ilgi ve sevgi gösteren köylülere teşekkür ettim. Özellikle de yaşlı Afgan köylüye ve bana dakikalarca masaj yapan medrese öğrencilerine… Köyden ayrılana kadar yanımdan hiç ayrılmayan yaşlı Afgan’ın daha sonra bölgenin ileri gelen âlimlerinden biri olduğunu öğrenince ona karşı mahcubiyetim daha da arttı. Ayrılırken birçok kez birbirimizi kucakladık ve ondan bana dua etmesini istedim. Gecenin bir vakti sığındığımız bu köyü ve ayrılırken gözyaşlarını tutmak için zorlanan bu yaşlı Afgan’ı hayatımın sonuna kadar unutamayacaktım. Yaşlı Afgan’ın yanımıza verdiği silahlı gençlerin eşliğinde tekrar yola çıkarken yaşadıklarımı düşünüyordum. Son 48 saatte hayat, ölüm, çaresizlik, umut, sevgi ve daha nice duyguyu en üst seviyede yaşamıştım. Burası nasıl bir dünyaydı böyle? Ya cephedeki Türk mücahidlere ne olmuştu? Numan acaba hâlâ hayatta mıydı? Cevaplarını aradığım bu soruların eşliğinde dağlara doğru tırmanmaya devam ediyorduk.
Adem Özköse'ın Yazısı.