Makam Odası Gıcırlığında Ayrıldık Aşktan!
“Ege Denizi’nde son yılların en büyük mülteci facialarından biri de 5 Ocak günü yaşandı. Dikili Salihleraltı’ndan denize açılanların içinde bulunduğu bot, fırtınanın da etkisiyle alabora oldu ve aralarında çocuklar ile kadınların bulunduğu 31 kişinin cesedi Dikili ile Altınova arasındaki sahile vurdu. Facianın hemen ardından kumsalda bulunan Arapça yazılı ıslanmış bir defter de DHA muhabirlerine ulaştırıldı. Defterdeki Arapça yazılar tercüme ettirildiğinde, yarım kalan bir aşk hikâyesiyle karşılaşıldı.”
Aşk öyle böyle bir şey değildir. Şöyle böyle bir şey hiç değildir. Her şeyi bir isim etrafında döndürmeye çalışırken, bir anda her şeyin dışında kalmaktır aşk. Puzzle tamamlandığında hiçbir yere uymayan tek parça olarak durmaktır aşk. Senin kenarda kalmandır, kenarda kaldığın halde kenarda kalmamış gibi yapmandır.
Tüm zamanları, mekanları, hayalleri ve duyguları bir ismi içine alacak şekilde bir bina imar edersin, her şeyi üst üste koyarsın, ama binanın tamam olması için senin o duvardan bir tuğla gibi düşmen, bir sıva gibi atman gerekir.
Aşk’ın tamam olması için aşığın eksik olması gerekir. Senin yerine ne koysalar tamam olur. Bir savaşsızlık ve zamansızlık alanında iki elin böğründe durmaktır aşk. Çağrılırsan aşk değil vuslat olur, çağrılmazsan aşk binası sapasağlam Babil kulesi gibi göğe yol almaya devam eder. Binanın kavi olması için senin harabeye dönmen gerekir.
Aşk böyledir. Belki de böyle değildir de şöyledir. Bir mülteci kızın günlüğünün sahile vurmasıdır. Günlükteki mürekkebi, tuzlu suyun silememesidir. Akvaryumlarda boğulan kelimelerimize inat, ummanın sözcükleri ayakucumuza bırakıvermesidir. Bedenleri bir pet şişe, bir karpuz kabuğu seviyesine indiren bu düzene, var olmanın sadece bedenle olmadığını, ruhun aklın duygunun da var olduğunu hatırlatmasıdır. Tamamlanma arzusunun her dalga ile tekrar edilmesidir. Adı bilinmeyen o genç kızın kalbinin, sular damlayan bir defterde hâlâ atmaya devam etmesidir. Atan bir kalbin istatistiklere, dosyalara, klasörlere sığmamasıdır. Bizim göğsümüz kururken, ıslak defterin ağlamasıdır bir delikanlının ardından. Umudun bir duvar kenarında değil de bu kez yosunlu bir taşın dibinde tükenmesidir. Aşkın kafelerden, paketlerden, evlilik programlarından, ıvır zıvırdan bir hışımla söktüğü adını getirip incinmiş bir coğrafyanın incinmiş kızlarının saçlarına tutuşturmasıdır. Parmaklarının üzerinde denize ulaşmaya çalışan bir ırmağın, akmaya çalışırken kurumasıdır. Bir ülkenin bir ülkeden, bir halkın bir halktan ayrılırken çıkardığı hışırtıda kalp ritimlerinin kendince bir konum belirlemesidir.
O kız uzaklaşarak kavuştu aşka, biz düşerek ayrıldık aşktan…
O kız yavaşlayarak kavuştu aşka, biz durarak ayrıldık aşktan…
O kız bularak kavuştu aşka, biz bulamadığımız halde bulmuş gibi yaparak ayrıldık aşktan.
O kız harabeye dönerek var etti aşkı, biz makam odası gıcırlığında ayrıldık aşktan.
Aşk, kepenkleri indirdikten sonra besmele çekmektir. O kız dünya adı verilen ‘bakkal’ın tüm kepenklerini üzerimize indirerek çekti besmelesini ve ayrıldı aramızdan.
Aşk belki de bunlar da değildir. Aşk belki de sadece bilmektir. Ayrılıklar dünyasında yaşadığını bilmektir. Bir ağaç gölgesinde, hemen terk edip gidecekmiş gibi durman gerektiğini bilmektir. Bir sahilin kenarında ölerek ama ölmeyerek…
Ayşegül Genç'ın Yazısı.