Esas Olan Şehir Değil Oradaki Umrandır
Kadir Bekâr
Prof. Dr. Altan Çetin 1972’de İstanbul’da doğdu. 1994’te Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü’nden mezun oldu. 1996–1997 yıllarında Mısır’da bulundu. 1998’de Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisansını, 2002’de aynı enstitüde “Memlûk Devleti’nde Askeri Teşkilat” başlıklı teziyle doktorasını tamamladı. 2003’te İran’a giderek, burada akademik çalışmalarını sürdürdü. 2007’de doçent ünvanını aldı. Alanında yaptığı birçok çalışması yayımlandı. Halen Gazi Üniversitesi’nde lisans, yüksek lisans ve doktora düzeyinde dersler vermektedir. İngilizce, Arapça ve Farsça bilmektedir. Evli ve iki çocuk babasıdır.
Tarihe olan duyarlılığımızı tekrar yeşertmek ve canlı tutmak hususunda sizce neler yapılmalı?
Tarihin hayatımızın, varlığımızın teminatı olduğunu doğru ve sahih bir bilgiyle anlatmalıyız. Kâinatta varlığın bize dair olduğu iki imkânı Allah vazetmiştir. Biri fiziki dünya yani hissedilir çevre, diğeri ise hayat yani şuurla ve akılla var olduğumuz makulat alanıdır. Tarih bunun en büyük açılımıdır. Bunlardan ilki fiziksel varlığımızın teminatı maddi varoluş durumu iken diğeri bir süreç içinde şahsi ve milli hayatımız olan tarihtir. Bu bakımdan tarihe duyarlı olunmasını sağlamak ve bunu canlı tutmak aslında varoluşumuzu yani kendimizi canlı ve hayatta tutmak demektir. Tarih, ben olmanın da biz olmanın da teminatıdır. Nurettin Topçu’nun tabiriyle tarih babamız, vatan anamızdır. Şahsi hayatımızda ana ve baba nasıl bir yere sahipse milletler içinde tarih bu manada bir değer ifade etmelidir. Bizi rahminde büyüten anamız gibi toprak da bizi bu manada şekillendirerek kutsallaşır. Coğrafya böylece vatan olur. Bunun yanında tarih ise içine kattığı tüm umran unsurları ile beşeriyet ve milli çerçevede küre ile olan varlığımızın anlamını taşır.
Tarihin içerdiği sosyal realitelerimiz vatanın bağrında bir insan topluluğunu millet formuna sokar ya da tohum boşa düşer ve doğum başka bahara kalır. Kâinatın bize sunduğu bu imkân birey düzeyinden millet düzeyine bu diyalektik esasın dâhilinde söz konusudur. Bizi bir erkek ve kadından yaratan Rabbin topluluk ve milletlere ayırma hikmeti bu zaviyeden daha bir anlamlı gözüküyor. Bu bakımdan tarihi dini ve milli kimliğimizin birleştiği biz olma halimizde tarih olmazsa Sultan Alparslan’ın dahi bu cümleden bir manası kalmaz; aynen nesepsiz gayrı meşru bir ruh olarak ortada kalır ve yersiz, değersiz ve anlamsız yok oluruz. Bu bakımdan insan fiziki varlığını madde aynasında görürken manevi varlığını tarih aynasında izler. İkisinin birden gerçeğini ise hakikatin aynası gösterir. Tarih duyarlılığı bu açıdan varoluşumuz açısından hayati bir husustur.
Bu bakımdan çok erken yaşlardan itibaren çocukların kalp eğitimleri ve sonraları akıl terbiyeleri verilirken önce alet ilimleri öğretilip sonra malumatın verilmesi gereklidir. Biz eline kazma vermediğimiz birine yer kazmanın tahsilini onlarca yıl yaptırıp sonra ondan usta bir kazıcı olmasını bekliyoruz. Tarihimizdeki manaları kazıp derlemek için de aklın doğru kavramlarla teşekkül edip doğru bilgiyle çalışması gerekir ki tarih kendisinden beklenen hizmeti ifa edebilsin.
Bu bakımdan gençlere tarihi okuma ve burada kendini bularak geleceğe yönelme odaklı bir eğitim verilmesi şarttır. Şu anki kronoloji kördüğümü tarih kitapları ile bu oldukça zor görünüyor. Lakin umutluyuz, tarih bu ,her dem tekerrür eder ve geceden gündüz yoktan var çıkabilir.
Siz İbn Haldun’a matuf olarak “umran” kelimesi üzerinde duruyorsunuz. Lügat anlamı ve tarih ile ilgili olarak bize bundan bahsedebilir misiniz?
Bir umranı var eden gaye asabiyedir. Asabiye hayat kaidesine dair sahih bilinci ve bilgisi olan, sorumluluk sahibi şahsiyetin üstünde yükselir. Bu mesuliyet şuuru avamdan havasa yayılmış müşterek bir gayeyi temsil ettikçe o topluluk belli bir forma evirilerek umranın gerçekleşeceği devletin ve şehrin oluşmasını sağlar. Tarih, bu manada şahsiyetin inşa olunacağı bir imkân alanıyken geçmiş tecrübenin aksettiricisi olmaklığıyla ilham kaynağı olur. Lakin burada bilinci var edecek olan tarihteki hareketlerin esas zeminindeki özün izlenmesidir. Tarihselleşmiş sözlerle oylanamamak özü idrak madalyonun öteki yüzü. Atik ile değil kadim ile alakayı doğru düşünce ve yöntemle tecessüs esas olmalıdır. Asabiye bir insanı bir kemale, bir toplumu bütünlüğe, siyasi bir ideali ise devlete dönüştürecek müştereklik bağıdır. İnsan vücudundaki sinirler gibi hem beyinle yani maddi unsurlarla hem de manevi cihazlarla bağlantı adına bütünlüğü sağlarlar. Oradaki fiziki ve metafizik işleyiş maddi hayattaki insanın esas istikametini belirler. Asabı bozulan bir insanın hayatı nizamını kaybedeceği gibi mesuliyeti de ortadan kalkar. İbn Haldun’un, onun kavramlarını yeniden bir üretme denemesi olarak, kan asabiyesi dediği müştereklik toplumdaki millet varoluşunu kapsarken, intisap asabiyesi ise bu asabiyelerin bir üst-müşterek kavramda kendi aralarında ve diğer toplumlarla iletişimini temsil eder tarzı bir yaklaşımla günümüze uyarlanabilir. Yaratılışın (ve cealnaküm şuuben ve kabail; ve sizi nesep/kabile ve milletler yaptık) kabile ve milletlere ayırdığı sosyal realite li-taarafu (tanışasınız diye) hakikatiyle toplumsal ve milletlerarası iletişime bizi götürür. İnne ekremeküm (en şerefliniz) hitabı ise dinin çizdiği ahlak alanını önümüzde açar. Bu yolla milliyetimizle-dindarlığımızın müştereklerini birlikte ifade şansını veren bir gökkuşağına sahip olma ihtimalimiz ortaya çıkar. Asabiye kavramı görüleceği üzere kültürden çok daha muhtevalı ve İbn Haldun’un Mukaddimesi’nde kendi şartlarında ortaya konuşu yanında ve ötesinde, bugün kültür yerine ikamesi mümkün, yeniden üretime açık bir kavramdır. Zihinlerimiz çağdan modernite bağı bakımında özgürleşecekse bu teşebbüsler gereklidir zannındayız. Epistemolojik tecdid çağrısı.
Medeniyet aslı itibariyle şehir ile alakalı bir kavram. İbn Haldun kavramlaştırmasında asabiye bir siyasi diyalektik ise umran hepsini kavrayan ama onun yanında medinedeki insan, siyaset, iktisat vs. gelişmeleri içine alan bir gelişmeyi temsil eder. Bu bakımdan “modern içerikli muhafazakâr çerçeveli bir kavram olan medeniyet yerine umran’ı ikame etmek bize yapılması gerekene dair daha vazıh bir istikamet sağlayacaktır. Esas olan şehir değil oradaki umrandır. Zarf mazruf ilişkisi…
Asabiyesi olmayan bir insan topluluğu millet müştereğine haiz olamaz; vatan, bayrak, devlet hepsi bunun kemal halinin sonuçları olur. Umran ise bu topluluğun medinede yani şehirde kurduğu her şeydir. İbn Haldun’u yeniden üretmek bugün parçalanmış gönülleri birleştireceği gibi kavram kargaşasıyla müşevveş zihinlere bir aydınlık olabilir. Bu bakımdan fakir, hem kavram içeriğinin gücü hem de tarihi tecrübemize tekabül etmesi münasebetiyle medeniyet yerine umran, kültür yerine de asabiye kavramlarının kullanılmasının daha münasip düşeceği kanaatindeyim. Tartışılmaya açık bir teklif…
Gençlere tarih okumaları açısından hangi isimleri tavsiye edersiniz?
Gençlere kitaptan ziyade kitap okuma yöntemi tavsiye edilmelidir diye düşünmekteyim. Zira her bakış açısı bir itibarı verir. Burada okuma yaparken bir konuya dair çok şey okumaktan ziyade doğru şeyler okumak öncelikli olmalıdır. Bu noktada çapraz okumalarla bakış açısı beslenmeli ve tek yönlü kalmak kısırlığından kurtulmaya çalışılmalıdır. Uzun kitap listelerinden ziyade doğru okuma yöntemleri zihni ve şahsiyeti besleyecektir diye düşünüyorum. Amaçlı ve temalı okuma okunan meselelere dair derinleşmeyi hızlandırır kanaatindeyim. Zira modern zamanlarda bizim dünyamızın kendilik bilincini yitirip yönünü kaybetmesinin esas sebeplerinden birinin kendi kendince düşünemeyen, yöntemli düşünemeyen ve neyi neden düşündüğünü bilemeyen bir toplum haline gelmemizdir. Rotası belli olmayan gemiye hiçbir rüzgâr fayda etmeyeceği gibi, neden okuduğunu bilmeyen kitlelere de ciltlerce kitap fayda sağlamayabilecektir. Kuran’daki kitap yüklü eşşek metaforu da bu cümleden hatırlanmalıdır diye düşünüyorum. Gençler zihinlerini teslim edecekleri eser ve yazarları okuyup değerlendirerek ve bu konuda onlara doğru yol gösteren tecrübelere kulak vererek yapabilirler.
Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederiz. Son olarak GENÇ Dergisi okurlarına özel olarak neler söylemek istersiniz?
Efendim fakire bu imkânı verdiğiniz için ben teşekkür ederim. Kendisi muhtacı himmet bir dede olan birisinin âleme akıl vermesi muhaldir. Lakin okurlarınıza sonsuz bir merakla varlığı okumaya devam etmelerini tavsiye ederim. Biz son asırlarda merak yeteneğimizi kaybettik. Merakın en önemli saiki sualdir. Hazır cevaplar üzerinden kurulu hayatlar yaşamaya çok alıştık sanıyorum. Bu bakımdan varlığa yeniden kendi kavramlarımızla sorular sorup, şahsiyetimizi yeniden ikame etmeye çalışmamız zaruridir diye düşünmekteyim naçizane. Efendimiz malum “sual ilmin anahtarıdır” der. Taklitler ve iktibaslarla dolu asırlar bu yeteneğimizi körleştirdi. Bunun dışında yaptığımız her işte olayın neticesinden ziyade o işin sürekliliği ve sebatına odaklanarak gayretkeş olmak gerekli diye düşünüyorum. Zamanın getirdiği şartlar, yönlendirmeler, akıl karışıklıkları bizi hızlı ve hazlı olana yönlendirse de hazır olana değil emek mahsulü olana talip olmak değerlidir kanımca. Tüm arkadaşlara başka hikâyelerin bir mukallidi olmaktan ziyade güzel hayatlardan aldıkları ilhamlarla beraber kendi gayret, emek ve alın terlerine dayalı bir hikâyecikleri olması için uğraşmalarını salık veririm. Kendisi hikâyesinin kahramanı olamayan her birey ve toplum başka hikâyelerin tiyatrosunda ancak dublör olabilir. Tarihte var olmak tarihi tefekkür ile geçmişin değerlerini hâle taşıyarak geleceği inşa etmektir. Vesselam…
GENÇ'ın Yazısı.