Murat Sözer

Halkın hakkını savunacak olan da, ona bir şeyler verecek olan da sadece Allah’tır. Halk bunu bilir. “Hayırlısı Allah’tan” deyip işine bakar. Çalışır. Alnından, ensesinden, gövdesinden ter gelerek çalışır.

Halk, ortak ve disiplinel bir harekete icbar edilemeyişi sebebiyle bir kitle, ama son kertede ortak bir karakter çizebilme yetisiyle de bir örgüttür. Yaratıldığını hatırlamaktır halk. Yaratıcının yaratma gücünü halka bakınca çok fazla  hissedebiliyorum. Hiçbir ortak süzgeçten geçirilemeyecek heterojen karakterlerin homojen bir çehre, davranış veya ruhta buluştuğu noktaları görmüşümdür halkta. Ve uzun yıllardır da şöyle düşünürüm; Allah halkın yanındadır!

Hiçbir  politikacıdan halka fayda gelebileceğine inanmıyorum. Eğer bir politikacı halka bir şey veriyorsa, ondan başka bir şey alabilme sebebine yahut  kredisine yatırım yapıyor demektir. Halkın sözcülüğünü yapacak bir sanat dergisi olamaz. Halk ne “halkçılık” bilir, ne de halkın yanında duran bir sanat dergisini alıp okur. Halkın haklarını savunacak bir siyasi parti olamaz. Halkın kendi haklarını savunmak zorunda olduğunu hem politikacılar hem de halkın bizzat kendisi bilir. Ve üstüne basarak bir kez daha hatırlatalım: Halka verilen odun, kömür, yiyecek, konut, battaniye zaten halkındır. Bu yüzden halkın hakkını savunacak olan da, ona bir şeyler verecek olan da sadece Allah’tır. Halk bunu bilir. “Hayırlısı Allah’tan” deyip işine bakar. Çalışır. Alnından, ensesinden, gövdesinden ter gelerek çalışır. Bu çalışmasının karşılığında elektrik parasını öder, su parasını öder, çocuğuna kazak alır, onu okula yollar, karnını doyurur.

Buradan bakınca Eminönü’nde onca yükü sıcağın alnında taşıyan hamalların yaptığı iş inanılmaz görünür. Amelelerin bir binayı dikmek için aylarca döktüğü ter, çiftçi kadınların sırtlarında çocuklarla tırpan yapmaları, fırın ustalarının 12 saat boyunca 50 derecede ekmek yapmaları buradan bakınca çok zordur. Bir insanlık meselesidir. Romanlara, şiirlere hatta şu anda okuduğunuz metne konu olacak kadar büyük meselelerdir. Ama “buradan bakılınca” böyledir bunlar. Halk çalışır. Yaptığı işin  yoruculuğundan da tabii ki onun kadar kimse haberdar değildir. Fakat sadece bu kadar. Yaptığı işi mucizevî bir şey olarak görmez. Bunda edebi bir romantizm bulmaz. Makalelere konu olacak bir taraf da bulmaz. Yükün altında kendisi vardır çünkü  ve gocunmaz. Çalışır, işten çıkar, şarkı söyler, pop, arabesk, fantezi müzik dinler, tuttuğu takımın maçını izler, çay içer, karısı ve çocuklarına gider. Yoldan geçen bir jipe bakar ama bir jipe binmek gibi bir hayali yoktur. Dubleks yazlıklara durup şöyle  bir bakar ama yazlıkta vakit geçireceğini pek hayal etmez. Zenginlikleri dışarıdan kavrar ve hızla onları serbest bırakır. Televizyondaki mankene bakar ama ona sahip olmak istemez. Büyük mağazalarda pahalı telefonlara bakar, eline alır, dokunur, yanındaki arkadaşına gösterir ve yerine bırakır; içi orada kalmaz bile. Ekmek alıp eve döner.

Dağdaki Çobanın Aysun Kayacı’ya Selamı Var…

Geçtiğimiz günlerde Aysun Kayacı (manken) bir televizyon kanalında referandumun ardından bazı yorumlarda bulundu. Aysun Kayacı’nın referanduma dair yorumlar hatta analizler yapmasındaki inanılmaz mantık hatasını pas geçelim. Yani napalım,  oluyor Türkiye’de böyle şeyler. Aysun Kayacı şunları söylemişti o programda; “yani pardon, belediyelerin sonradan tapu dağıttığı gecekonduları dikenle, kaçak elektrik kullananla, vergi kaçıranla niçin benim oyum eşit acaba?”. (Cümle  oldukça devrikti, düzeltip redakte edene kadar göbeğim çatladı) Aysun Kayacı, oyunun “dağdaki çoban”la eşit olmasından rahatsız. Doğu’da elektriğin doğru düzgün gitmediği, kadastroyu aşiretlerin yaptığı köylerde yaşayan halkın, zaten kendisinin  olan elektriği ve toprağı “yasadışı” olarak temin etmesi Aysun Kayacı’yı rahatsız etmiş. Aysun Kayacı vücudu ve cırtlak sarısı saçlarıyla podyumda yürüyerek kazandığı paralarla vergilerini öderken, ekmeğini taştan çıkaran çöpçü, işçi, amele,  işportacı vergi kaçırıyor. Sonuçta Aysun Kayacı’nın denklemi belli ve çok basit; “vergisini kaçıran o adamın oyu benimle eşit olamaz!”

Aysun Kayacı’nın (hiç şaşırmazsınız zaten ama) anlayamadığı bir şey var; kendisi insanların hazzına hizmet ettiği o  saçma meslekten o kadar çok para kazanmasaydı, günde 12 saat çalışan işçi de bu kadar az para kazanmayacaktı. Yani Sayın  Aysun Kayacı; siz bir taraflarınızı sergileyerek bu kadar çok para kazandığınız için, jipe bindiğiniz için, vergisini ödediğiniz(!) dubleks evinizde oturabildiğiniz için “dağdaki çoban” vergi kaçırmak zorunda kalıyor. Tapusuz ev dikmek zorunda kalıyor. Ki o  elektrik de, o toprak da sizden daha çok o halka ait.

Şimdi diyeceksiniz ki, “hani halkın o elinden alınamaz bilgeliği? Meşhur ettiği manken şimdi onun haklarını sorguluyor”. Mankenin halkın haklarını sorguladığı hatta onlara saldırıda bulunduğu doğru, fakat halkın elinden alınamaz bir bilgeliğe  sahip olduğu da doğru. Karıştırılmaması gereken şey şu; Aysun Kayacı’nın meşhur olmasıyla halkın hiçbir ilgisi yok. Aysun Kayacı başka birilerinin projesinde bir maşanın sapının kulpu, o kadar. Halk Neşet Ertaş’ı meşhur eder, Aysun Kayacı’ya  sadece önüne konan bir metaya baktığı gibi bakar.

Not Gibi Bi’şey

Son dönemlerde, İslamcı camiada halktan söz eden biri görüldüğünde, ona akıl almaz etiketler yapıştırıldığını görüyoruz. “Sosyalist”, “Sosyalist İslamcı”, “Halkçı” vs. gibi. Yine son dönemlerde bizzat İslamcı Elit’lerin garibanlara, garibanlığa,  yoksulluğa daha bir mesafeden, daha bir hor görerek baktığını üzülerek tespit etmek gerekiyor. Halbuki halkla en çok ilgilenen, ilgilenmesi gereken Müslümanlardır. Bu satırların yazarı da olası ithamlara karşı belirtir ki “sadece bir Müslüman”  olduğu için bu yazıyı yazmak gereği duymuştur.


GENÇ'ın Yazısı.