Sarı Göz
Etrafımızda bizi koruyacak hiçbir şey yok. Rehber sadece avla aralarına girmememiz gerektiğini söylese de kendimi güvende hissetmiyorum. Hava kan kokuyor.
Tekerlekler toprak pistte sarsıla sarsıla ilerlerken arkamda toz bulutundan bir iz kaldı. Mantara benzeyen evlerin, koşan, zıplayan hayvanların üstünden havalandım. Göl güneşin ilk ışıklarıyla alev alev yanıyordu. Ngorongoro kraterinin üstündeyim, yemyeşil duvarlarla çevrili, volkanik bir cennet.
Yıpranmış lövye bir sağa bir sola hafifçe yalpalarken rakamları solmuş göstergeler titriyor. Yedek pilot koltuğu boş. Daracık yere öyle sıkışmışım ki dizlerim ön koltukta iz bırakıyor. Ben uçmaktan korkmayan biri olarak bulutlara dokunup yeryüzünün ayaklarımın altında kaymasını keyifle izlerken elimde bir kahvem eksik. Yanımdaki yolcu bildiği bütün duaları arada söylenerek sıralıyor. Beyaz taşlarla işaretli, yer yer hayvan terslerinin olduğu piste iniyoruz. Birkaç yolcu ayrılırken yenileri biniyor. On kişilik hurda dolmuş bu sefer korkmuş bir çocuk gibi sarsılıp titriyor. Kaptanın lövyeyi kavrayan parmakları rahat, yüzü sakin. Gıcırdayan metal, uçağın kapısından sızan soğuk esinti tüylerimi ürpertse de arkama yaslanıp çıplak dağları, şemsiye gibi yayılan ağaç dallarının altına saklanan sürüleri ve hiçbir yere sığmayan filleri seyrediyorum.
Serengeti’ye indiğimizde rehber karşılıyor bizi. Havaalanı yeşil tenteden bir çadır. Ne bilet ne de kimlik sorulmuyor kimseye, bavul beklemek yok. Pervaneli uçak daha biz üstü açık koruması olmayan jiplere doluşup safariye başlamadan havalanıyor.
Suyun yakınında daha ürkek zebralar... Öküz başlı Afrika antilopları, balıkçıl ve ördekler gölette dostça yüzerken temkinli. Bir dal kırılsa, suda umulmadık bir çırpıntı olsa korkuyla, suları sıçrata sıçrata gölden çıkıp kaçışıyorlar. Binlerce hayvanın uğultusu kaplıyor etrafı sonra sessizlik... Safari hayvanların dünyasına sızmak. Karakterlerini okumak... Gece yarısı kükremeleri odama kadar gelen aslanların peşindeyim. Arazi sürprizlerle dolu. Binlerce hayvan görsem de güneş batarken aradığımı bulamadan dönebilirim.
Farlar yolumu aydınlatırken çok uzakta, geceden daha kara ağaçlar ve çalıların arasında parlayan onlarca sarı göz dikkatimi çekti. Günlerdir aradığım sürü... Aslan ailesi yorgun yalanarak ağızlarındaki kanı temizlemeye çalışıyorlar. Yarısı yenmiş zebra hâlâ ılık. Yem çok olduğundan kavgaya gerek kalmadan gençler oyuna ihtiyarlar uykuya çekiliyor. Akbabalar ise kuru dallara tünemiş uzaklaşmamızı bekliyor. Baba aslan jipe sürünerek geçiyor yanımızdan. Elimi uzatsam tüylerine dokunacağım. Etrafımızda bizi koruyacak hiçbir şey yok. Rehber sadece avla aralarına girmememiz gerektiğini söylese de kendimi güvende hissetmiyorum. Hava kan kokuyor.
Aslan masum öldürürken. Ona merhametli olmayı öğreten olmamış. Mızrak oka, ok ateşli silaha dönüştüğünde rüzgarı yüzüne aldı avcı ve dünyanın en iri fili katilinin kokusunu bile duymadan öldü. Zalimdi insanoğlu.
Yağmurların bitişiyle büyük göç başlamış. Gunular, zürafalar, sırtlanlar kolyeye dizili boncuklar gibi yola çıkmıştı, sadece aslanlar terk etmedi toprağını. Gözlerim ağaç dallarında. Benekli, çekingen kedileri arıyorum. Yüzlerini yaprakların arasına saklayan leoparlar peçeli genç kadınlar kadar gizemli ve çekingenler. Sinsice avını gözetleyen bir çita çıkıyor karşıma. Pusuda, sırtı dimdik. İki yavru annelerine ayak bağı olmamak için uzaktan seyrediyor olan biteni. Biraz ileride otlayan ceylanların başlarına gelecek felaketten haberleri yok. Vahşi kedi yeni taç takmış kraliçe kadar gururlu. Afrika’nın el değmemiş topraklarında doğanın işine karışmıyor insanoğlu.
Ve yeni bir Afrika sabahına garip homurtular duyarak uyanıyorum. Gece sırasını gündüze devrederken baykuş son defa ötüyor. Gözlerimi açmadan demliyorum kahveyi ve sabahın serinliği yüzüme çarptığında ancak ayılıp terasın altından gelen kıpırtıya doğru ilerliyorum. Bir fil havuzun kenarına gelmiş, ormandan daha yeşil, daha taze olan çalıları dev hortumuyla koparıp obur çocuklar gibi ağzına tıkıştırıyor. Terasın kenarından aşağı uzandığımda şaşkın şaşkın bakıyor bana. O vahşi ormana alışık, ben de daha önce bir fil tarafından uyandırılmadım.
Hande Berra'ın Yazısı.