Emine Şimşek

İsmiyle bana masallar anlatan bir dedeyi çağrıştıran Sepetçioğlu`nun anlatımında gerçekten de bir masal havası vardı. Yazdıklarını okurken kendimi hep o dönemde gibi hissettim. Anlatılan devrin herhangi bir mahallesinin camisinde namaz kılmış gibi bir serinlik bıraktı bende cümlelerin içtenliği. Bir ayna tutuyordu Sepetçioğlu. Bize, özümüzü, aslımızı, bizi anlatıyordu tüm bizdenliğiyle.

Tarih nasıl yazının icadı ile başladıysa benim tarih sevgim de Mustafa Necati Sepetçioğlu`nu okumakla başladı. Bir savaşın nedenlerini maddeler halinde yüksek not alabilmek için ezberlemek, savaşın önemini bir yazılı kağıdına yazdıktan sonra unutmak değildi artık benim için tarih. Öyle bir dili vardı ki Sepetçioğlu`nun insanın içini sarıp sarmalıyor, geçmişe büyük bir yakınlık uyandırıyordu. Bizim ecdadımızdı tarihte adı geçenler, onlar gerçekten yaşamışlardı. Bir ders kitabında ezberlenmesi gereken isimler değildi hiçbiri. Hepsinin ayrı bir öyküsü vardı. Sadece hüküm sürüp savaşmamışlardı. Onlar da çocuk olup sokaklarda koşturmuşlar, arkadaşlarına küsmüşler, tabaklarındaki yemeği bitirmeleri için azarlanmışlardı. Bazı çocuklar yaşlarındaki sayılardan çok önce büyür. Bizim daha çocuk yaşları dediğimiz zamanda ne büyük işler yapmışlardı.

Masallar ülkemin dedesi Mustafa Necati Sepetçioğlu, elimden tutup Alparslan ile tanıştırdı beni. Melikşah, Tuğrul ve Çağrı Beyler, o heybetli çocuk Fatih Sultan Mehmed, Akça kız, Çavdar onbaşı, Afşın Bey, Sarı Dede… Hepsi benim çok yakın arkadaşım oldu. İsmiyle bana masallar anlatan bir dedeyi çağrıştıran Sepetçioğlu`nun anlatımında gerçekten de bir masal havası vardı. Yazdıklarını okurken kendimi hep o dönemde gibi hissettim. Anlatılan devrin herhangi bir mahallesinin camisinde namaz kılmış gibi bir serinlik bıraktı bende cümlelerin içtenliği. Bir ayna tutuyordu Sepetçioğlu. Bize, özümüzü, aslımızı, bizi anlatıyordu tüm bizdenliğiyle.

O, `Çirkinde bile var olabilen güzelliği aramak uğruna nice bir ömrü harcamak` diye yorumladı sanatı ve kendisi de ömrünü tarihimizin arka sokaklarını, ev içlerinde yaşananları, bir genç kızın kilim dokurken aklından geçenleri, denize bakarken bir Sultan`ın neler düşündüğünü anlatmak için harcadı. Geçmişe olan saygımızı, sevgimizi artırdı. Onu okuduktan sonra artık bir kılıç bile sadece bir kılıç demek değildi. Bir söz, bir kilim, bir su tası bile derin ve içtenlikle bakınca bize neler anlatabilirdi neler. Sepetçioğlu bize bunu gösterdi. Nasıl Sultanlar sadece bir isimden ibaret değilse yollar, camiler, evler de yaşamıştı. Eşyanın da yüzünde bir tarih yatıyordu. Bunu görmek de ecdadımıza daha yakından bakarak mümkün olurdu ancak.

`Çağımızın Dede Korkutu` olarak bilindi Sepetçioğlu. Destanlar onun kaleminin sihriyle daha büyülü bir hâl aldı. Tarihte yaşananları bugün yaşanmışçasına iliklerimize kadar hissettirdi.

Kızıl elma ülküsü onun hayat damarıydı ve bunu şöyle ifade etmişti: “- Bizde eski, en eski bir Kızılelma ışığı vardır. Kızılelma ışığını ben görebileceğimiz en son yer; tutunacağımız en uç nokta bilir, bir sonraki durağın ışığıdır diye düşünürüm. O son durağa vardığımızda yandığını, daha ötede bizi çağırdığını gördüğümüz ışık... O bizim kızıl elmamızdır. O ışık, Yaradanımızın özümüzde bizim için yaktığı ışıktır. Biz neredeysek, bir adım ötemizden bizi yine çağıracaktır.”

Benim masallar ülkemin dedesi Mustafa Necati Sepetçioğlu, 2006 Temmuzunda 74 yıllık bir çınar olarak ötelere gitti. Yazdıkları gibi gidişi de sımsıcaktı. Ama o sepetteki masallar hiç bitmedi: Evvel zaman içinde kalbur saman içinde…


GENÇ'ın Yazısı.