Ne Olur Sanki Eksenimiz Kaysa?
Ulya Cebeci
Bugün Türkiye, bir eksen kayması yaşıyor olabilir. Eksenimiz sabit kalacak diye bir kural da yok zaten. Önemli olan nereye kaydığı ve bu kaymanın ne getireceği. Ama benim asıl merak ettiğim, fert olarak, genç olarak, bizim eksenimizin ne alemde olduğu.
Ben bir siyaset bilimci değilim.
Ekonomist değilim.
Politikacı da değilim.
Ancak, sıradan bir Türk vatandaşı olarak, ülkemin, çocukluğumdan beri görmeyi ve yaşamayı umduğum bir Türkiye olma yolunda ilerlemesi, beni mutlu ediyor.
İçeride ve dışarıda yaşanan onca acıya, çözülmeyi bekleyen sorunlara, söylenen pek çok söze rağmen, birşeylerin artık değişmeye başladığını ve eskisi gibi olmadığını görmek, beni geleceğe dair ümitlendiriyor.
İsrail, Davos`ta yaşadığı şokun etkisini hâla üzerinden tam olarak atamamışken, “Mavi Marmara” gemisi ve akabinde gelişen hadiselerle, ikinci bir şok yaşadı. İran ile yapılan uranyum takası anlaşması, özellikle içeride olmak üzere, tedirginlikler meydana getirdi. Amerika ve Avrupa, İran`a yaptırımlara “hayır” oyu kullanmamızla, artık her istediklerine kafa sallamayacağımızı görmüş oldu. Ve bir tartışmadır aldı yürüdü: “Türkiye yüzünü doğuya mı dönüyor?”, “Türkiye eksen kayması mı yaşıyor?”
Ne olur Türkiye yüzünü doğuya da dönerse? Ne olur Türkiye`nin ekseni biraz kayarsa? Tek yönlü dış politika izlemek yerine, kartlarını geniş bir yelpazede oynarsa? Daha aktif bir Türkiye, niçin rahatsızlık uyandırıyor?
Dünyada, yalnız kendi sözlerinin dinlenmesini isteyen, kendi ayakları üzerinde duracak ve söz sahibi olacak yeni ve güçlü bir devletin ortaya çıkmasını asla arzu etmeyen, demokrasiyi, yalnız menfaatleri söz konusu olduğunda hatırlayan batının rahatsızlığını anlayabilirim. Ama içimizdeki rahatsızlıkları anlamak o kadar da kolay değil.
İçimizdeki rahatsızlar, batıyı ve İsrail`i kızdırmaktan çekiniyor ve her fırsatta, “İran`a gidin” diyerek bize adres gösterdikleri bir ülkeyle, yakın ilişkiler içerisinde bulunmaktan hoşlanmıyorlar anladığım kadarıyla. Kafalarındaki at gözlüklerini çıkararak bakmak yerine, “Türkiye nereye gidiyor?” vaveylaları koparıyorlar.
Halbuki Türkiye kendine geliyor aslında.
Çocukluğumda, neredeyse her gün rastladığım başörtüsü sorunu, şeriat tehlikesi ve İHL`lerle ilgili haber ve tartışmalar canımı sıkıyordu. “Türkiye ne zaman bunları aşıp gerçekten önemli meselelerle ilgilenmeye başlayacak.” diye düşündüğümü hayal meyal hatırlıyorum. Sanırım (ve umarım) çocukken özlediğim ve beklediğim zamanları yaşamaya başladım.
Türkiye, başörtüsü meselesini ve daha başka iç meseleleri hala çözememiş olsa da, birtakım tabuların artık yıkılmaya başlandığı bir ülke.
Bir zamanlar hakkında konuşmanın dahi yasak olduğu darbeleri alenen tartışabilen, eleştirebilen; yakın tarihiyle yüzleşme cesaretini yavaş yavaş toplamaya başlayan bir ülke.
Diğer yandan, Türkiye artık, oturduğu koltukta, dışarıdan gelen talimatları bekleyen pasif liderler tarafından yönetilmiyor. Söylediği sözler gözardı edilmiyor, adımları dünya tarafından takip ediliyor. İç sorunlarını çözmeye çabalarken, dünyaya açılmayı da ihmal etmiyor.
Türkiye büyüyor ve güçleniyor!
Üstelik, ülkemizi, şu an dünyada güç ve söz sahibi olan ülkelerden ayıran, çok önemli de bir özelliği var bence.
Türkiye yalnız kendini düşünen, bencil bir ülke değil. Barışı, sadece çıkarlarına hizmet ettiği ya da çıkarlarıyla ters düşmediği yer ve zamanlarda değil; ülkesinde, bulunduğu coğrafyada, tüm dünyada ve her zaman, samimiyetle isteyen bir ülke.
Başka milletlerin ve memleketlerin sırtına basarak yükselmeyi, vicdanına yediremeyecek bir ülkemiz var bizim. Tarih boyunca farklılıkları kucaklayabilmiş bir hoşgörümüz var. İşte bu, bizim hem farklılığımız, hem de bölge ve dünya ülkelerinin desteğini alabilmemiz açısından, artı puanımızdır. Filistin`de Tayyip Erdoğan`lı bardakların, Türk bayraklarının yok satması boşuna değildir.
Ekonomik, siyasi ve insani yönden, bulunduğumuz bölgede ve hatta belki de dünyada, huzur tevzi edebilecek bir potansiyelimiz var bizim.
Ve Ortadoğu bunun farkında.
Afrika bunun farkında.
Dünya bunun farkında.
Peki ya biz? Biz bunun farkında mıyız?
Hep söylenir ya; “Bugünün küçükleri, yarının büyükleri olacak” diye... Dünün küçükleriydik. Kısa bir süre sonra da zamanımızın büyükleri olacağız. Biz, yarınların emanet edileceği bizler, sahip olduğumuz potansiyelin ne kadar farkındayız? İçinde yaşadığımız ülkede ve dünyada gelişen hadiselerden ne derecede haberdarız? Değişime ve gelişime ayak uyduracak donanıma ne ölçüde sahibiz? Ya da, sahip miyiz acaba?
Bugün Türkiye, bir eksen kayması yaşıyor olabilir. Eksenimiz sabit kalacak diye bir kural da yok zaten. Önemli olan nereye kaydığı ve bu kaymanın ne getireceği. Ama benim asıl merak ettiğim, fert olarak, genç olarak, bizim eksenimizin ne alemde olduğu. Çünkü bizim eksenimiz, dolaylı olarak ülkemizin eksenini etkileyecektir.
Eğer eksenimiz, Kur`an`ın gösterdiği “Sırat-ı müstakim”le yakın paralellik taşıyorsa, okumaktan, düşünmekten geçiyorsa ne mutlu bize ve bizim oluşturacağımız topluma. Yok eğer eksenimizde bir kayma sözkonusuysa, hele hele eksenimiz tembellikten, âtıllıktan, körlükten ve sağırlıktan geçiyorsa, kendimiz için de ülkemizin geleceği için de endişelenmemize hiçbir engel yok demektir.
O yüzden, uyanık olalım arkadaşlar. Aman ha eksenimiz kaymasın!
GENÇ'ın Yazısı.