Abdullah Güner

Şüphesiz asıl davamız kendi kendimizle. Ve “her hastalık evvela ruhta başlayıp sonra vücuda sirayet etmiş bir isyandır.” Ve sözler uzar da uzar ama her roman bir sessizlikle biter. Bu roman iki kişinin farklı yerlerde ve yalnız ölmeleri ile sona eriyor. Kendimize son bir sözle noktayı koyalım: “Yaşamalıyım ki anlayayım.” Düşün, iyi düşün.

Yalnızım, evet yalnızız. Yani bak, büyük kalabalıkların ortasında, insan denilen sosyal varlık kendi iç dünyasının mahpusu halinde, şifasız bir yalnızlığa mahkum... Yalnızım, evet herkes yalnızdır, yalnızız. Bütün ihtilaflarımızda yalnızlıklarımız çarpışıyor. Hattâ kendi kendimizle mücadelelerimizde bile kendilerimiz -Çünkü bak, ‘kendi’ var içimizde- birbirine karşı yalnızdır.” (Syf 347)

Bir büyüğüm “İnsan çok kitap okuyarak büyük adam olmaz. İnsan başka şeylerle adam olur ama kitaplarla bir zenginlik kazanır” demişti. Bizim de böyle bir başlangıç kaygımız varsa ruhumuza hitap eden kitapları öncelememiz gerekir. Tabii ki diğer yapıtları da bir kenara atmadan. Sadece kuru kuru okumak değil, amacımız anlamak olmalıdır. Çünkü bilmek kâfi değildir, anlamak da lazımdır. Uygulayıcı pratik enstrümanları geliştirebilmek, daha açık bir ifade ile okuduklarımızı hayata aktarabilmek onun aksini görebilmek gerekir. Yoksa sadece keyif almak ya da okumuş olmak için açılan kitaplar zihin hazinemizde bir şey bırakmayacaktır. Başta hatırlattığımız dünyaya bizi götürebilecek bir esere uzanalım şimdi. Peyami Safa’nın Yalnızız (1951) romanına, “kalbin bütün meseleleri yalnız kalpte halledilir” diyen esere.

Yalnızız romanı Peyami Safa’nın kendi düşünce ve sanat gücünü bütün yetkinliği ile en üst perdeye taşıdığı eseridir. Yazarın yarattığı ütopyası “Simeranya”da bizi seyahate çıkarması yeni bir dünya ümidini fazlaca taşıyor olmasındandır ve bunu eseriyle de ortaya koymuştur. Öyle ki yazdığı eseri roman olarak görmez ve zaten kendi ifadesi ile “Simeranya bir roman olmayacaktır. Sadece bugünkü insanın kendi kendisi hakkındaki telakkisinden, bilgisinin temellerine, metodlarına ve bütün sosyal müesseseleriyle değer sistemine kadar baştan başa inkılâba muhtaç dünyanın huzursuzluğunu duyan adamın 150 yıl sonraki tekamül imkanlarını düşünerek tasarladığı muhayyel bir ülkedeki hayat bir seyahatname şeklinde yazılacaktır.” (Syf 110)

Yalnızız maddeyle ruhun savaşı, bir varlaşma hamlesiyle ebedilik hayali, bir yoklaşma ızdırabıyla geçiciliğin büyük sıkıntısı…

Romanın konusu, Samim (Doğu’yu temsil eder) ve Meral’in (tam anlamda Batı’yı temsil ettiği söylenemese de özentisi vardır. Batıya yakındır diyebiliriz.) birbirleriyle mücadeleleri, restleşmeleri, aşkları, kendi “ben”lerini ortaya koymaları iç-dış çatışmalarıyla sürer. Meral’in hayatta istediğini alamayacak kadar karmaşaya düşmesi, arkadaşı Feriha’dan (Feriha babası yaşındaki adamla zengin ve paralı olduğu için Paris’e gider, cemiyette onu pek sevmez) kötü etkilenen ruhu aynı zamanda dünya hayatı için ona çok çekici de gelmekte fakat ruhi sıkıntılarına bir türlü çözüm bulamamaktadır. Kendi içinde fırtınalar koparken tek sığındığı kişi Samim olur. Bu arada Meral’in şakir diye bir taliplisi çıkar. Feriha Paris’e gelmesini ister. Meral iki arada bir derede kalır yine de bildiğini okur. İstediği gibi hareket edemez ama etmek için de çırpınacaktır. Samim’in kendisine söyledikleri kafasını karman çorman etmiş, kendince sorgulamalara girişmiştir. Onun yanında doğru düşündüğüne inanır ama dışarı çıktığında hemen değiştiğini fark eder. Buna kendisi de çok kızar ancak doğrusunu bir türlü başaramaz. Çünkü elinde olmadan hisleriyle hareket ediyordur. Ve yaşanan bu aldatmaca bir gün patlak verir. Samim tüm olanları öğrenir. Sonunda olanlara engel olamadığı için çok üzülür. Meral Yalnızız’ın yalnız kalan kahramanıdır. Tıpkı Samim gibi.

Samim tüm roman boyunca olayların merkezindedir. Romanın tüm halkalarını birbirine bağlayan; maneviyatı baskın, ruhu diri, öz değerleri savunan kişidir o. Samim ütopik dünyası Simeranya’da kendisini gerçek hayattan bir an olsun kaçmaya ve korumaya ihtiyaç hissettiğinde sığınak olarak burayı kullanır. Çünkü “Simeranya’da yalan lüzumsuzdur, zıtlıklar ortadan kalktığından dolayı buna ihtiyaç yoktur. Simeranya’da her seviyeye göre sanat evleri vardır. Her yaşta insan buraya devam eder, merak ettikleri mevzuyu kendileri etüd edip öğrenirler. Simeranya pedogojisi, insanın bütün hayatında öğrendiği şeyleri ancak kendi istediği zaman ve kendi araştırmaları neticesinde öğrendiğini bilir.” Syf 34/35

Şüphesiz asıl davamız kendi kendimizle. Ve “her hastalık evvela ruhta başlayıp sonra vücuda sirayet etmiş bir isyandır.” Ve sözler uzar da uzar ama her roman bir sessizlikle biter. Bu roman iki kişinin farklı yerlerde ve yalnız ölmeleri ile sona eriyor. Kendimize son bir sözle noktayı koyalım: “Yaşamalıyım ki anlayayım.” Düşün, iyi düşün.


GENÇ'ın Yazısı.