Ah Kafamdaki İnsanî Sancı!
Mehlika Toyga
Hem evli, hem kadın, hem yazar olarak Ramazanoğlu, vaktine hükmedebilen, başarılı bir insan profili.
Kaybedilen bazı kelimelerin yeniden kazanılması için birileri hep kalemi elinde tutmak zorunda. Var oluşumuzun temelinde yatan ve soyu kelimeye dayanan anlam kavgası, konuşarak, tartışarak, susarak değil, yalnızca yazarak son bulabilir.
“Yazmak; boş bir beden görüp, onun içine girip, onu hareket ettirmektir. Onu yaşamaktır. Okumak ve yazmak iç içe geçmiş zincirler gibidir, ama yazmak her zaman okumanın bir üst noktası…” der Yıldız Ramazanoğlu. Müzmin öyküler sahibesi olarak, hayatı kadın üzerinden şekillendiren, kadın üzerinden insanı anlatan bir yazar kendisi. Öykünün o hiçbir zaman tamamlanamayan yanını, özgürce kitaplarına taşımış, hikâyenin getirmiş olduğu gizemli boşluktan bir üslup kapmıştır kendisine.
“Ahh bu kafamdaki insanî sancı!” Derkenki ses tonu, bütün öykülerinde taptaze ve her satırda dipdiri yer ediyor kulaklarımızda. Bize sürekli misyon yükleme çabasında olan kemalist edebiyatın, önümüze sunduğu karton ve sunî karakterlerden bizi sıyırıp, reel olana, reel olanında üzerindeki subjektif gerçeğe görütüyor. “Üzerimizden zamanın geçmesi gerek” tabiri ile okumanın kuşatıcılığını perde arkasından sunuyor. Hem evli, hem kadın, hem yazar olarak Ramazanoğlu, vaktine hükmedebilen, başarılı bir insan profili. İnsanın bir gününü nasıl heba ettiğini basit örneklerle izafe eden yazar, “kahvaltı dediğin onbeş dakikalık iştir, bunu bir saate yaymak vakti katletmekten başka nedir?” diyor.
Henüz çiçeği burnunda bir eczacı iken, mesleğini titizlikle idame ettirmenin yanısıra, evinde mutmatin bir anne, düşünürken helecanlı ve olgun bir öykü yazarı olmanın tek örneği. Kadının hayattaki macerası, O`nun öykülerinde şekilleniyor. Neden öykü dediğimizde ise, “Öykünün temel hedefi; bize kim olduğumuzu söylemesi ve bize bizim hikâyemizi geri vermesidir.” Sözleriyle hikâyenin edebiyat dünyasındaki tahtına bir kez daha dikkat çekiyor. “Yazmasaydım ölecektim sendromunda değilim. Yazmadan da birşeyler yapılabilir elbet. Erkekler, kadınların makale yazmalarına ses çıkarmaz hatta sevinebilir. Ama öykü yazmak isteyen bir kadın düşünmelidir. Çünkü öyküde kendisi vardır. Bu mahrem alana kimse girmemelidir.” diyor. Bu bir başkaldırıdır da aynı zamanda. Ben bir kadının en çok yazarken özgür olduğunu düşünmüşümdür hep mesela. Ha bir de ağlarken… Ama şunu da belirtmeden geçmeyeyim, bende yazmak kalem ile şekillenmez her zaman, elinde şişleriyle örgü ören kadın da, dantelasına güller bezeyen genç kız da, yer sofrasında yufkasını aşkla açan annem de yazan kadınlardır. Öykülerini yaşayan kadınlar vardır bir de; onların alınlarında yazar hikâyeleri, amel defterlerinde okunmak üzere...
Geçtiğimiz günlerde bir konuşmasında, “Ağır çekim bir intihar değildir, ağır çekim bir cinayettir. Bir insanın var oluşu reddediliyorsa bu da bir cinayettir. Yalnızca başörtüsü üzerinden değil, farklı mecraların reddedilen kadınları vardır.” Diyordu Yıldız Ramazanoğlu. Belki de bu yüzden `öykü ve vicdan`, `öykü ve kadın` aynı cümlede bu kadar güzel duruyor. Bir kadın olarak edebiyatın vicdanî boyutunu en güzel yerden kavrayan yazar, şu cümlelerle daha açık bir şekilde anlaşılabilir sanırım;
“Batı sanatı dilin, fırçanın, notanın sınırlarıyla karşılaştığında bunu aşmakta zorlandı, tanrıya öncelik vermemek, bir gözüpeklik gibi göründü. Oysa bunun getirdiği anlam boşluğu, beyhudelik duygusu bireyi sadece kendi hazzına odakladı. Başkasının acısına bakmayı bilen kendi benliğinden dışarı taşan Saramago, Harold Pinter gibi yazarlar ise siyasete bulaşmakla, edebiyatını azaltmakla itham edildi.
Edebiyat kusurlu bir hayattan kusursuz bir yapıya giden ışığın önünü kapatmamalı. Derin bir vicdanın içinden yükselmeli. Modern edebiyat, ilahi olanla hiçbir bağ kurulamayacağını yarı tanrı olan edebiyatçının tersine çatışarak gücünü kanıtlayacağını ileri sürüyor zımnen. Bu da bireyi kendi küçük hesapları içinde devinmeye, o büyük hak ve adalet duygusundan kopmaya zorluyor. Kişinin hep kendi üzerine katlanması çürütücüdür. Benim için, edebi bir metinde toplumsal arka plan ve kahramanların başka insanlarla kurduğu ilişkide kullandığı dil ve değer birikimi çok önemli.”
Yakın zamanda Genç Akademi`ye konuk olan yazarımız, gençlere hoş bir demeç verdikten sonra, bizimle ilgili düşüncelerini de yazdı; “Genç Akademi`deki uyanıklık, dirilik beni çok etkiledi. Genç kızlar okuyor ve yaşamın temel hedeflerinin ne olması gerektiğine dair bütün güçleriyle düşünüyorlar, bu varoluşumuzu derinleştirmemiz için çok umut verici. Yazdıklarımızın böyle süzgeçten geçirebilen genç bilinçlerle buluşabilmesi kendi adıma büyük bir nimet. Bu gruptan kıymetli üretimler çıkacağına inanıyorum.”
GENÇ'ın Yazısı.