Fadime Türkölmez

Kalemi kadına adanmış bir yazar. Biliyor ki nerede olsa hangi zaman diliminde yaşasa kadın hep aynı. Gülmesi ağlaması çocuğuna bakışı ya da kocasına dayanak oluşu…

Belki mesleki bir sır onunki. Savunma ihtiyacı ya da doğruyu ortaya çıkarmak için verilen amansız bir mücadele. Hep koşuşturuyor bir yerlere izlenimi veren bir hayat. Yazmamak gibi bir seçeneği yok O’nun.

Hep üretmek, dik durmak, tarihe gömülmüş nice hem cinslerini ona mahsus nezaketle günümüze davet etmek… 1967‘de Üsküdar’da başlayan hayatı, lise yıllarında kızlar için yazdığı piyesi onun bu mücadelenin ne kadar içinde olduğunun göstergesi. Yıllar içinde aldığı eğitim okumaya duyduğu sevgi hukuk fakültesine kadar taşır onu. Kim bilir belki daha özgür bir ülke olsa yaşadığı başka kimliklerle de çıkardı karşımıza. Ama yasaklar mesleğini bile ona çok görür cinsten. Lakin O yine de durmaz sadece önüne bakarak ilerler. Köşe yazıları, öyküler uzun süreli okumalar ona ‘çağdaşı’ kadınların göstermediği dostluk kapılarının açılmasını sağlar... Önce Kadın Sultanların davetine icabet eder, 600 yıllık tarihin içinde kadınca bir dokunuşla tutarlar birbirlerini. Sonraları yolu çöllere doğru kayar. Aslında eve dönüştür onların dizinde oturmak gözyaşlarına sevinçlerine ve Rabbe yakarışlarına şahit olmak…

Önce nazlı ama yaralı kadınlarını anlatır çölün. Onlarla öyle doldurur ki bizi seneler öncesindeki o mahzun ve naif kadınlara dokunabiliriz artık. Hepimizin gözünde yaptıklarıyla büyürler, çektikleri ile olgunlaşırlar. Allah’ın lütfuna mazhar olup yükselirler. Son durağında ise; çölün acımasız kurallarında Hüveylid kızı İsabe’nin sahibine sonra da aşkın kandilinde hakkal yakine nasıl dönüştüğünü anlatır bize. Allah’ın habibini emanet ettiği ellerin sahibinin, hazırlanışına ve nasıl güçlü bir sığınak olduğuna şahit oluruz bu anlatımda. ÇÖL/DENİZ Hz. Hatice’nin amcaoğluna duyduğu aşkın kelimelerde bulduğu karşılığın kadın hissiyatından akıtıldığı bir misk-i amber. Kapağını açınca başınız bir kez daha dönecek ve çölün deryasına sizi de daldıracak. İşte böyle bir kadın yazar o… Kadını yazan…

Davası, derdi olmayan yazamaz diyor; doğru davası da var derdi de. Yaşadığı sınırlar özgürlük nidalarına şahit olmadıkça o da rahata eremeyecek gibi… Ama yine ona kulak verirsek ‘ancak hayat süren acı çekebilir diyor ve ekliyor yazının acıyla ilgisi var. Bu sahici ve hayatın içinden olan tavrından olsa gerek abla olmak ona daha bir yakışıyor. O kaderi avuçlarında taşıdığına inandığı tüm kadınların ablası.

O yazım günlerini yağmurun yağmasına benzetiyor, sözlüklerde Sibel’in anlamını henüz yere düşmemiş yağmur tanesi diye yazıyor. Bana öyle geliyor ki o yazarken gökten tana tane kendisi iniyor. Ve bundandır ki kendine yaklaştıkça özgürlüğe inancı ve gayreti artıyor.

SİBEL ERASLAN yazsın ve o yazdıkça biz de kendimizi bulmaya devam edelim…


GENÇ'ın Yazısı.