Geçtiğimiz ay Konya’daydık. Bir Pazar sabahı, bahçeli bir evde kahvaltıya davet edildik. Ev sahibimiz Halil Amca ya da dostlarının bildiği şekliyle Halil Emmi o gün üniversite öğrencilerini kahvaltıya çağırmış, son anda kadroya dâhil olduk. Biz kahvaltımızı yaparken o fedakâr insan bir taraftan sofranın hizmetini gördü diğer taraftan tanıştığı güzel insanlardan bahsetti. Bir hatırası çok etkiledi beni: “Medine’de ikamet eden bir Mahmut Can amcamız vardı. Bir gün yemeğe misafir çağırmış, yardımcı olayım dedim. Yemeğin acısını çok kaçırmışım. Bir şey de söyleyemedim, yemeği ortaya koydum. Kimse bir lokma almadan yavaşça Mahmut amcanın kulağına eğildim ve “efendim, çok acı olmuş” dedim. Bir kaşık aldı, tattı ve şunu söyledi: “Bu mu acı, bu mu acı? Öbür tarafta beraber olamazsak esas o acı…”

Acı neymiş? Öbür tarafta beraber olamamakmış. El ele tutuşup vaat edilen mekânlara girememek, dostlar bir yere sevk edilirken, onlarla sevk edilememek, alınıp başka bir yere götürülmekmiş. Sana acıyı bu şekilde öğreten dostların var mı? Sana gerçek acının ne olduğunu öğreten, gerçekte neye sevinmen ya da neye üzülmen gerektiğini paylaşabileceğin, ama bunu halinin icabı zorlanmadan yapan, işte bu örnekte olduğu gibi bir yemeğin acısından bile sonsuzluğa ait bir esinti çıkarabilen arkadaşların var mı? Arkadaşların var şüphesiz. Hangisi ne kıratta? Aslında onlara gelmeden daha kolayı var. Sen ne kırattasın? Kiminle ne amaçla arkadaşlık ediyorsun? Hangi ortak payda buluşturuyor sizi? Beraber nereye doğru gidiyorsunuz? Yolculuk nereye? Arkadaşların kadarsın, bu bir gerçek. Kiminle nereye kadar yürüyebileceğini dert ediyorsan, kime nereye kadar eşlik edeceğine kafa yor önce. Kime güvenebilirim diye soruyorsan kime ne kadar güven telkin ettiğini sorgula önce. Bir de nereye doğru yürümek istediğine karar ver. Bu, dostlarının kimler olduğunu belirleyecek yegâne ölçü çünkü. Varacağın yerde elinden tutacaklar olsun istiyorsan dostlarını da ona göre seçmek zorundasın. Dostlarınla varılacak bir yer var; orada zaten buluşacaksınız. Ya suçlayacaksınız birbirinizi ya da tutuşup el ele sonsuz mutluluğa koşacaksınız. Hangisini istersin? Biz, yemeğin acısından bile sonsuzluğun reçetesini çıkaranların dostluğunu seviyoruz. Sözlerini, özlerini ve hallerini sürekli hakiki Dost ile kılabilmenin gayretinde olanların dostluğunu istiyoruz. Dost, dostun aynası çünkü. Hakiki Dost’a dost olmak için çırpınıyor, dostların dostluğuna layık olmaya çalışıyoruz.

***

Kampanyamız devam ediyor. Geçtiğimiz ay temsilcilerimizle toplandık, yeni dönem hedeflerimizi konuştuk, amel defteri sloganı ile sunduğumuz ajandamızı paylaştık. Bu dönem, özellikle öğrenci kardeşlerimizin dergimizle buluşmasını istiyoruz. Bununla ilgili her türlü fedakârlığa hazırız. Yanınızda yörenizde okul, yurt, kurs, pansiyon vb. müesseseler varsa buralara özel kampanyalar yapabiliriz; bu konuda yardımınız olacağını düşünüyorsanız bizimle irtibata geçebilirsiniz.

***

Yeni dönem olunca tekrar yollara düştük hamdolsun. Geçen ay Ankara, Kayseri, Konya ve Antalya’da öğrenciler, okuyucularımız ve GENÇ Gönüllüleri ile buluştuk. Buluşmalar ilginçtir çok bereketli ve semereli geçiyor. Anlatacak çok şey var ama Konya’da radyoculuk yapan Gökhan Kırlangıç’ın mektubu her şeye değer. Bir gün evvel eliyle yazdığı mektubu, ertesi gün radyonun koridorunda gördüğü bana şaşkınlıkla veren Gökhan bakın ne demiş: “Sizleri Allah için seviyorum. Tekrar tekrar okuduğum başka bir dergi hatırladığım pek nadir. GENÇ, arabada, evimde, iş yerimde, seyahatimde hep can yoldaşım. Profesyonel radyo programcısıyım. Eğer o gün stüdyomda GENÇ varsa programım günün en güzel programı oluyor, çünkü ben hayatı paylaşıyorum ve GENÇ bana hayatın kendisini sunuyor…” Kardeşimize teşekkür ediyoruz. GENÇ, hayatı, bitmeyen bir hayatın sermayesi yapmak yolunda karınca kararınca uğraşıyor. Gökhan gibi gönül dostlarımızla biz ne kadar zenginiz, ne kadar bahtiyarız…

Yeni sayıda buluşmak ümidiyle Allah’a emanet olunuz…


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.