Esad Mücahit Eskimez

Azerbaycan’ın Zagatala şehrinden Gürcistan’a geçerken, geride bıraktığımız ve her bir karışı biz olan topraklara dönüp son bir kez baktım. Kafkas Kartal`ı Şeyh Şamil’in Rus ordularına kök söktürdüğü Kafkas dağları tüm azametiyle bizi uğurluyordu. Bu topraklar, tarih boyunca sürekli el değiştirmiş ve bu coğrafyanın halkları fakirliği, savaşı, soykırımı ve yokluğu iliklerine kadar yaşamışlardı. Fakat başlarının dimdik duruşundan, onların sadakatle bağlı oldukları bu topraklardan ne olursa olsun vazgeçmeyeceklerini anlayabiliyordunuz. 

Gürcistan 4 milyonluk nüfusuyla küçük bir ülke. Karadeniz’e kıyısı olması ve komşumuz oluşu itibariyle kanımız hemencecik ısınıyor buralara. Nüfusun 800.000’i Azerbaycan Türk’ü ve bunlar genellikle Azerbaycan sınırına yakın bölgelerde yaşıyorlar. Dolayısıyla Gürcistan’da olmamıza rağmen uzunca bir süre Azerbaycan’daymış hissinden kendimizi alamadık. Cuma namazını da yine küçük bir Müslüman köyünde eda ettik. Hutbeyi gayet rahat bir şekilde anlayabilmemiz de ayrı bir sevinç kaynağıydı bizler için. 

“Geçmişin izinde geleceğe yürüyen gençlik” parolasıyla yola çıktığımız 16 kişilik grubumuz, Azerbaycan’da Kafkas İslam Orduları’nın izini sürdüğü 8 günün sonunda, Tiflis’e doğru yol alıyordu. Akşam saatlerinde vardığımız Tiflis’te göreceğime emin olduğum şeylerden birisi, Sovyetler döneminden kalma tarihi yapılardı ve bu tahminimde haklı çıktım. Özellikle geceleri çok iyi ışıklandırılmış bu binalarla bezeli caddelerde saatlerce yürümek bile ayrı bir keyif. Şehir savaşlar geçirmesine rağmen bu binaların birçoğu olanca güzelliğiyle varlığını devam ettiriyor. 

Gece yaptığımız kısa şehir gezisinden sonra dinlenmek üzere konaklayacağımız yerlere geçtik. Sabah dinç bir şekilde uyandığımızda Tiflis’i gezmeye hazırdık. Tiflis, etrafı dağlarla çevrili ve ortasından nehir geçen bir başşehir. Etrafındaki dağlar, şehri birçok açıdan izleyebileceğiniz doğal seyir terasları bir bakıma. Ve Tiflis deyince Kura nehrini anmamak olmaz. Su öyle bir şey ki, olduğu yere canlılık ve güzelliği de beraberinde getiriyor. Bunu Tiflis’te iyice anladım.

Şehre yüksek bir yerden bakınca dikkatinizi ilk olarak kiliseler çekiyor. Sayıları bir hayli fazla. Aralarında tarihi olanları da var, yeni ve büyük olanları da. Bu kadar kilise görünce tabii olarak cami sayısını merak ediyoruz . Şehirde şu an sadece tek bir cami faaliyet gösteriyor. Kapalı camiler de olduğunu duyunca İnşallah bu durum düzelir diyoruz gönül lisanı ile.

Bir tarihi, yani hafızası olan şehirlerde belli hedeflere yönelik gezmektense, serbest olarak gezmenin daha ufuk açıcı olduğu kanaatindeyim. O şehrin sokaklarını adımlamak, insanların yaşayışına şahit olmak çoğu zaman bir müzeden daha anlamlı ve faydalı oluyor. Tiflis’te de bunu dikkate alarak, kısa vaktimizi şehrin sokaklarında, şehri yaşayarak geçirdik. Bu sayede şehrin merkezindeki gösterişli binaları da gördük, kenar mahallerin fakirliğini de.

Gürcistan da, Sovyetler`in yıkılmasıyla kurulan bu coğrafyanın tüm devletleri gibi, daha tam olarak kendisini bulamamış. 1991’de bağımsızlık kazanmış taze devletlerden birisi çünkü. Bu gerek ekonomide, gerek sosyal yaşamda kendini hissettiriyor. Her ne kadar Sovyetler’den sonra bağımsızlık kazanmış olsalar da, Rusya’nın ezici ağırlığı Kafkas coğrafyalarında etkisini hissettiriyor.

Tiflis’ten ayrılırken, fırsat bulamadığım için yiyemediğim Haçapuri’nin buraya tekrar gelmek için güzel bir bahane olacağını fark ettim. Şaka bir yana, tarih boyunca varolduğumuz bu topraklar, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin, bizden bir şeyler barındırmaya devam ediyor. Ufkumuzu geniş tutmak, bu coğrafyalarla bağlarımızı kaybetmemek bizim elimizde. Son söz şu olsun öyleyse; GENÇ olmak, sınırların haritalardaki aldatıcı çizgiler olduğunu bilmektir. 


GENÇ'ın Yazısı.