Sende ümit görmeyenlere hiç katılmadım. Bir selin ortasında ayakta kalmaya çalışıyorsun, bunu hiç unutmadım. Her şey özünü, gözünü, gönlünü, zihnini çelmek için elbirliği etmiş, sen yine de yönünü değiştirmiyorsun, takdir ettim. Ne kadar çok saptırıcı var, duruşunu bozmuyorsun. Bıkmıyorlar; sağdan, soldan, önden, arkadan, üstten, alttan hücum ediyorlar, yıkılmıyorsun; kitaba, kitabına göre yaşamaya devam ediyorsun. Teklif ettikleri kitabına uydurulmuş bir hayat, elinin tersi ile itiyorsun; kitabın, kitabının hayatını yaşamaya çalışıyorsun. Sana, nesline ve zamanına has sıkıntıları anlamam lazım. Seni anlamam lazım. Ama senin de anlaman gereken bir şey var; sana ve nesline yönelen ümit nazarlarını nasıl görmezden gelirsin? Bu nazarların sana ne büyük bir sorumluluk yüklediğini idrak edebiliyor musun? Ne yanık duaların kanatlarında yükseliyorsun, unutma! Bir şafak söküyor. Karanlıklar dağılıyor. Ümit burcunda yükselenler var, onlardan olasın diye niyazlar dört bir yanı sarmış. Dünya yükünü yüklemek için bekliyor, sen nerelerdesin? Sen, sen misin? Sen kim olduğunu, ne büyük vazifelere hazırlandığını ne zaman anlayacaksın? Bu kadar saptırıcının, yol kesicinin ve aldatıcının ortasında ayakta kalabiliyorsan senden daha fazlasını isteme hakkım var. Daha fazlasını yapabilir, daha yücelere talip olabilirsin. Gözün gözü görmediği zamanlar bittiğinde ilk göze çarpacak, karanlığın içinde aydınlığın ümidiyle çalışanların eserleri olacak. Zor zamanların sonu geldiğinde kendilerine mahrumiyet primleri ödenenlerin semeresi göz kamaştıracak. Biraz daha gayret edebilirsen bu bahtiyarlardan olabilirsin. Yaşıtlarının çoğu gibi kendi derdine düşmemişsin; kimileri istihza ile karşılıyor ama sen derdim, dinim, milletim diyebiliyorsun. Senden nasıl daha fazlasını beklemem? Şimdi bir bak lütfen, gününü nasıl değerlendiriyorsun? Daha az uyuyabilirdin. Daha çok okuyabilirdin. Birilerinin duasını alabilirdin. Birilerini harekete geçirebilir, sen olmasan olmayacak, yapılmayacak bir hayrı başlatabilirdin. Vaktini ser masana ve bak: Ne kadarını kendine, ne kadarını davana tahsis ediyorsun? Davanı ne kadar biliyorsun? Davanı biliyor musun? Bak bugün de geçiyor... Allah için, kitabın için, derdin için ne yaptın? Hangi boşluğu, hangi boşluğunu doldurdun? Hangi yarayı, hangi yaranı sardın? Karanlıklar dağılıyor, gün ışıyor. Yüzler seçilecek artık. Yüzler görünecek. Ne yapacaksın? Yüzleşecek misin yoksa yüz geri mi edeceksin? Yüzün var mı yüzleşmeye?

***

Yeni yayın dönemimiz başladı. Dergimizde hem muhteva hem de şekil olarak değişiklikler var, umarım beğenirsiniz. Kampanya dönemimizde okuyucularımızla yeniden ahit tazelemek ve yeni isimlerle buluşmak istiyoruz. Bizi anlayan, derdimizi derdi bilen, bizi önemseyen okuyucularımızdan GENÇ’i arkadaşları, dostları ve yakınları ile tanıştırmalarını rica ediyoruz. Eğer dergimizi kendiniz için önemli görüyorsanız mutlaka önemli gördüğünüz bir yakınınızın da onunla buluşmasını isteyeceksiniz. Bunu bir düşünün derim ben. Düşünün ve niyet edin. Gerisi gelecek eminim.

***

Kapak konumuz, başkalarını tarif ederken kullandığımız sıfatların ne anlama geldiğini inceliyor. Etiketsiz yaşanmayacağının farkındayız. Önemli olan bize başkalarının layık gördükleri etiketleri bizim kendimize ne kadar layık gördüğümüz. Kim kendisine hangi sıfatı layık görüyorsa, onunla yaşamayı, o çerçevede yaşamayı öğrenmeli. “Mış gibi yaşayan insanlar” bu dediğimizi nasıl anlayacaklar bilmem ama biz inandığı gibi gözükmeyi, gözüktüğü gibi inanmayı GENÇ olmanın en önemli şartlarından birisi sayıyoruz.

Yeni sayımızda buluşmak ümidiyle, Cenab-ı Hakk’a emanet olunuz.


Mehmet Lütfi Arslan'ın Yazısı.