18 Yaşıma Mektup - 2
Salih Kılınç
İkinci şahsa hitaben yazılan yazılar en kolay kaleme alınan yazılar galiba. Umalım ki bunu okuyucu bilmesin.
Geçen mektubumun üzerinden epey bir zaman geçti. Ne yazdığımı, nelerden bahsettiğimi pek iyi hatırlayamayabilirim. Kısa bir mektuptu; pek kayda değer değildi. Birincisi beğenilmese de ikincisi, yine de, çekilen bir film olsun bizimkisi…
On sekiz, insanın kendine bir takım kahramanlar edindiği, onlara sıkı sıkı bağlandığı, hiçbir şekilde laf söyletmediği, onları ana babadan daha değerli bellediği bir yaş. Sen sen ol bu kahramanlara fazla bağlanma.
Tabii ki örnek aldığın, sevdiğin, benzemeye çalıştığın insanlar olacak. Ama burada kıstasın o kişinin karakaşı, kara gözü, boyu posu, endamı, vücut dili değil ondaki güzel davranış veya hareket olsun.
Zaten kahramanların ömrü kısadır bu yaşlarda. Sen büyüdükçe, geliştikçe kahramanların da değişecek. Dün yerlere, göklere koyamadığın şair, bir sene sonra sana hiçbir şey anlatmayacak. “Nasıl beğenmişim ben bunun yazdıklarını!” diyeceksin. ‘Geyik’ten başka hiçbir şey yapmadıkları halde entelektüel olarak pazarlanan insanların programları seni uykundan ederken, iki yıl sonra onlara dönüp bakmayacaksın bile. Zaten kitlelerin çılgınlık derecesinde hayran olduğu, adlarına internet siteleri açılan, “fan club”ları olan kişileri sanatçı filan görme. Beğenilerini kendin belirle. Vasattan hayır gelmez, söylemedi deme.
“Tek bir kitabı (Kur’an-ı Kerim) okusak bize yeter” diyenlere kulak asma. Bunu diyenler, bil ki Kuran’ı da okumayan insanlar. Ayrıca Yunus’unki kadar arı-duru bir dünyamız yok maalesef. Her şey üstümüze üstümüze geliyor. Hem Tutunamayanlar’ı okursan, Tehlikeli Oyunlar’ı hatmedersen, Kuran’ı daha iyi okur, daha iyi anlarsın. Bir derdin, dünyaya ait bir kaygın, yanında her zaman taşıdığın bir rahatsızlık, bir soru cümlesi seni daha iyi bir kul, daha kayda değer bir insan yapacaktır, unutma.
Kalori hesabı yapan milyonlarca insandan biri olma.
Bak, üç beş yıl sonra Facebook diye bir şey icat edilecek, bulaşayım deme. Aksi halde aramız bozulur.
Günün beş altı saatini filan okumaya ayır. Mümkünse bunu on saate çıkar ileriki yıllarda. Akşamları uyuyana kadar oku mesela. Okula giderken, okuldan dönerken, bazı sıkıcı derslerde (yani hemen hemen hepsinde), yemekten önce, yemekten sonra… Sürekli oku. Anlayacağın, okumak birinci işin olsun her zaman.
“Cemaatte rahmet vardır”, buna amenna. Ancak onsuz yapamayacağın insanlar olmasın hayatında. Bu kadar insanlara bağımlı olma. Canını sıkan olaylar veya birileri olursa, sessizce çek kendini ortamdan. Bir bardak demli çay, şöyle sıkı bir kitap her şeyi yoluna koyacaktır nasıl olsa. Ha, unutmadan söyleyeyim çayı şekersiz içmeye kendini alıştır. Çünkü belli bir yaştan sonra “şekersiz içiyorum. Böylelikle çayın tadını daha iyi alıyorum. Önceleri çay değil şerbet içiyormuşuz azizim” cümlelerini sürekli duymak insanın canını sıkıyor.
Aşk bahsine önceki mektupta kısaca girmiştim sanıyorum, burada yine girmeyeyim. Önceki mektuba bakabilirsin. Bu bahiste benim için değişen bir şey yok.
Bak geldik gidiyoruz. Zaten gitmeye gelmişiz. Gün olacak, hepimiz ayrı ayrı zamanlarda da olsa, yine gelmeye gideceğiz. Kendine iyi bak. Kitap oku yani.
GENÇ'ın Yazısı.