Tarık Ali Eser

Evet, buydu ümmetin ihtiyacı, eksikliği. Çocukları, namazda konuştukları için kovalayan hacı abilerin değil de; çocuklar camiye gelsin diye oyun alanları hazırlayan Hz. Ömer’in mantığı hâkim idi bu camiye.

Cami dendiğinde akla ne gelir: imam, müezzin, cemaat, namaz… Cumaları bir araya gelinip topluca Allaha ibadet edilen, Cuma günü dışında pek fazla uğranmayan, vakit namazları sorası kapısı kilitlenen mekânlar. Veya yaz Kuran kursu zihnimizde nasıl bir resim oluşturur? Çocukların, tatil zamanı Kuran dersi aldıkları, yaz mevsimi ve teravihler dışında hatırlamadıkları alanlar. Ben de herkes gibi böyle düşünüyordum, ta ki geçen hafta Ümraniye’deki Hacı Ömer Karagül camiini görene kadar.

Çocuklara yaptıkları hatalardan dolayı kızmak yerine onlara doğru davranışları karşılığında kek ve kraker ile ödüllendiren hocalarla tanıştım bu camide. 443 öğrenci 17 öğretmeni ile kuran kursundan ziyade kolej havası vardı içerde. Zira eğitmenlerden hiçbiri imam veya müezzin değildi; ilahiyat ve din kültürü mezunu, pedagojik bilgiye sahip, çocuklarla iletişim kurabilen genç ve güleç yüzlü öğretmenlerden oluşuyordu kadrosu. Merakımı dindirmek için bir öğretmenden kurs ile ilgili bilgi alırken iki öğrenci yanımıza geldi. Öğretmenini, güreş için minber ile mihrabın ortasında bir yere davet etti. Çocukları “şimdi değil” diyerek geçiştireceğini zanneden ben “hemen geliyorum hocam.” sözünü duyunca şaşkınlığımı ve sevincimi birbirine karıştırdım.

Evet, buydu ümmetin ihtiyacı, eksikliği. Çocukları, namazda konuştukları için kovalayan hacı abilerin değil de; çocuklar camiye gelsin diye oyun alanları hazırlayan Hz. Ömer’in mantığı hâkim idi bu camiye. Sonra cami imamı ve yaz kuran kursu müdürü şükrü hoca ile tanıştım. Kuran kursu ve cami ile ilgili düşüncelerini, projelerini anlatırken karşımda bir imam değil de çok uluslu bir şirketin CEO’su vardı sanki. “Çocuklar teşvik edilecek, halı saha maçları, şehir dışı geziler, ödüllü bilgi yarışmaları ile çocuklar camiyi, cemaati, dini birinci kaynaktan doğru olarak tanıyacak, sevecek, çevresindekileri de buraya kanalize edecek, akabinde…” diye sıralamaya başladı şükrü şahin bey; “2005 yılında 125 öğrenci ile yaz kursuna programlı bir şekilde başladık. 2006 yılında bu sayı 225’e çıktı. Ve 2007 yılında 300’e ulaştık. 2008 yılında öğrenci sayımız 410, 2009 yılında öğrenci sayımız 443 oldu.”. Bu sayının artması normal, çünkü kursta çocuklarla beraber kahvaltılar yapılıp sinema gösterimi düzenlenmiş, şehir dışı gezilere gidilip rakip camilerin öğrencileriyle halı saha maçları yapılmış, piknikler, ödüllü bilgi yarışmaları vs. Hasılı, bir çocuğun sosyal ihtiyaçları karşılanmış, ona bir mekanı sevdirecek etkinliklerle çocuğun kalbi kazanılmış. Çocuklar da sadece eğlenmekle kalmamışlar; kursa gelen öğrencilerin %80’i Kuran-ı Kerim’i rahatça okuma, %70’i ezberlenmesi gereken tüm sureleri ezberleme başarısını sergilemiş. “Peki, bu değirmen nasıl dönüyor, finans konusunu nasıl aştınız” deyiverdim şükrü hocaya. Zannettim ki her ay, bir deste para geliyor, “buyurun hocam, işlerinizi görünüz” deniyor. O kadar da kolay değilmiş ama. Caminin ihtiyaçları, çocukların eksikleri için kapı kapı dolaşıp sponsor aramışlar. Kimi ayni kimi nakdi yardımda bulunmuş. Bir hayırsever evinin alt katını derslik olarak kullanılması için tahsis etmiş. Bu işe bir topluiğne dahi vakfeden cemaatine cami içine kurduğu sinevizyon sistemiyle bağışların nerelere harcandığını kuruşuna kadar izah ediyormuş şükrü hoca bir idareci, öğretmen ve imam olarak.

Cami, büyük bir halk üniversitesidir. Dünyada hiçbir üniversite halka camideki kadar malumat veremez.

“Peygamber efendimiz (s.a.v) zamanında camii: Dini yayın merkezi, müşavere merkezi, askeri karargâh, edep terbiye ocağı, ilim irfan dergahı, irşat kaynağı, adalet tevzi yeri, eşitlik mekânı, mimarı mecmuası, için ve dışın temizlendiği, haftalık toplantı, nikâh ve evlenmek için bir merasim hane, esirlerin ve suçluların murafaa edilip eğitildiği yer idi.” Diyerek anlatmaya başladı efendimiz dönemindeki cami mantığı ile şimdiki cami sistemini.

Yapılan hataları, yapılması gerekenleri, kendi zaviyesinden not ettiklerini bir bir sıraladı bize. şaşkınlığımı en çok arttıran olay ise profesyonel bir tiyatro ekibinden yardım almalarıydı. Nedeni ise çok açık: “Dünya artık topla tüfekle değil sanatla, edebiyatla yönetiliyor. Birileri bir film yapıyor, tüm dünya gerçekte zalim olanları o film sebebiyle mağdur zannediyorlar. Çocuklar geçmişlerinden, cedlerinden çok futbolcuları, sanatçı isimlerini biliyorlar. Onları örnek alıyorlar.” İşte bu sebeple tiyatro alanında istekli çocuklardan iki grup kurulmuş. Onların temel oyunculuk eğitimleri tamamlanıp, onlarla iki oyun hazırlamışlar. Sahneledikleri oyunlar izleyenlerden tam not alınca, ailelerinin de desteği ile müspet TV dizilerinde rol alabilmeleri için tiyatro grubu vesilesiyle yapımcılarla tanışmışlar. Niyetleri, bir topluluk kurarak bu işi profesyonel bir şekilde devam ettirmek. Kim bilir, belki yakın zamanda “ÇOK BEREKETLİ HAREKETLER BUNLAR” diye bir programla da karşılaşırız bu kardeşlerimizle. E inşallah diyelim:)

Şükrü hoca artık müsaade isteyip çocukların yanına doğru yöneldi. Yeni sezon için bazı şeylere şimdiden başlamak lazımdı. “Daha çok erken değil mi hocam?” dedim, önümüzde koca bir yıl vardı zira. Şükrü bey, hafif bir tebessüm, biraz da ima ile eski reklamlardan aşina olduğumuz bir sloganı söyledi bana, ben de üzerine tek kelime söylemeden başımı eğerek karşılık verdim: “HEDEF BÜYÜK, KOŞMAK GEREK”

Selam ve dua ile…


GENÇ'ın Yazısı.