Emine Şimşek

Musa Topbaş’ı, babamın ondan bahsederken sevgiyle dolan gözlerinde tanıdım. Bazı insanlar vardır, bakınca başını önüne eğmek zorunda hissedersin, elini kolunu onun karşısında nereye koyacağını bilemezsin heyecandan, için açılır. Gözlerini ondan ayırmak istemezken bakamazsın bile.

Musa Topbaş… Onu görmek nasip olmadı; ama onun fotoğrafına bakmak bile içime huzur verir. Sanki huzur vermek için çizilmiş bir portre resim gibi. Ne ferah, sakin bir yüz Allah’ım! Dingin. İnanmış. Nurlu.

Her sayısını didik didik ettiğimiz Yuvamız dergisi vardı. Yuvamız’ın bir kapağında Musa Topbaş’ın kucağında bir çocukla fotoğrafına yer verilmişti, zihnimde hep o fotoğraf kalmıştır. Fotoğrafın altında, ‘Gözlerinden sevgi akardı’ yazıyordu. Kalbi teslim olmuş, ahlâkı Kur’ an ahlâkı olan Musa Topbaş Efendi’nin gözlerinde gönlü vardı adeta. Bir sîretin sûrete yansımasının en güzel örneğiydi. Başlı başına kalpti.

Hattattı. Kendisine ait bir hat koleksiyonu vardı. Tasavvufun kapılarını açınca kalbini meşgul etmemesi için hat koleksiyonunu hat meraklılarına dağıtmıştı.

Ona göre tasavvuf ibadetten ibaret değildi. İnsanlığa, varlığa hizmet etmeyi gerektirirdi. Bütün yardıma muhtaç olanlara karşı kendisini sorumlu hissediyordu. Allah sevgisinin gerektirdiği bir sorumluluk olarak görüyordu hizmet etmeyi. Kimsesizlere, fakir fukaraya, hastalara yardım etmeyi görev bilmişti. Bu düşüncesini şöyle dile getirdi: “Kimsesizleri barındırmamız ve onlara hizmet etmemiz icap eder. Aksi halde Hak Katında mes’ulüz.” Hizmetle yoruldu, hizmetle dinlendi.

Allah dostuydu. Her an Allah’ı tesbih ettiği yüzündeki sakinlikten, duruluktan belliydi. Onu bir kez olsun görenler etkisi altında kalıp onun yanından ayrılmak istemezdi. Sanki şu ayetin tecellisi gibi: “İman edip de iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.” (Meryem/96)

“Halvet der encümen” düsturu içindeydi. Halk içindeydi; ama Hak’la beraberdi. Güzel bir kuldu. Hiçbir şey onu Yâr’i anmaktan alıkoymadı. “İhvanın sükûtu da sohbettir.” derdi. Dünyalık hâller üzerine pek konuşmazdı; onun konuşması Allah adıyla başlar, öyle devam ederdi.

“Bütün mahlûkatı sevdim Hayvanâtı, nebatatı sevdim. Her şeyi, herkesi sevdim. Bir insan yanlış söylese de onu yine sevmek lazım. Allah düşmanları müstesna” buyururdu.

Kalbi kötü düşünceden arınmıştı. Herkese yer vardı onun sofrasında. Evini herkese açardı. Cömertti. Hayvanları çok severdi. Onlarca kedisi, köpeği vardı. Kendisi evde olmadığı zamanlarda onların bakımı hususunda sıkı tembihlerde bulunur, ihmal edilmesini istemezdi. Necip Fazıl’ın, Musa Topbaş Efendi’nin üstadı Sami Efendi için söylediği şu söz onun da kalbinin özeti sanki: “Bir yağmur damlası kadar saf ve berrak...”

Ahmet Taşgetiren, Altınoluk dergisinde Musa Topbaş Efendi ile ilgili kaleme aldığı yazısında öyle güzel anlatmış ki… “Leyla’yı incitme sancısı”… “Vasiyet olarak bıraktığı notlarda "Yeterince kul olamadım" diyorlar... Kemal sınırlarında dolaşan bir Allah dostu için bunu anlamak mümkün... Sanki Sıratın üzerinde yürüyormuş gibi bir hayat yaşayanlar için, Rabbi gücendirmeyi, şah damarının kesilmesi ile eşdeğer görenler için, bu kaygı anlaşılabilir... Kullukta rikkati arayanlar için, "Leyla`yı incitme" sancısı her zaman vardır... Ama işte kullukta güzellik de odur zaten... Havf ve Reca salıncağında dolanıp durmak ve her an rızayı aramak... İnsanı kemal yolunda yücelten bu ruh titreşimidir.”

16 Temmuz 1999… Bir Cuma günü…

Kendilerinin dediği gibi: “Her dünyaya gelen, vakti saati, sayılı nefesleri tamamladıktan sonra ebedi hayata intikal edecektir. Ne mutlu o kimseye ki, hayatını Hak yolunda ifna etmiş (tüketmiş) ve yüzünün akıyla âhirete göçmüştür. Fakir de (kendim de)... Bu hususu nasibim derecesinde bulduğum halde layıkıyla kulluk edemedim; pir-i fani (bir başıma) olduğum halde kendime çekidüzen veremedim. İslam büyüklerinin şuurlu, şerefli hayatlarını okudum; nefsimde tatbik edemedim (kendimde uygulayamadım). Hatalarla dolu bir ömürden sonra Rabbimiz Teâla Hazretlerinin mağfiretini bağışlamasını umarım; çünkü O, Rahman’dır, Gaffar’dır. ‘’ (Altınoluk dergisi, sayı, 162)

Hadis-i şerif‘te buyurulduğu üzere: “Kâmil mü`minler ölmezler! Sadece dünyâ evinden âhiret yurduna hicret ederler.”

“Ne mutlu yüz akı ile ahirete göçebilene…”


GENÇ'ın Yazısı.