Sadece namazımız topunun kökünü kurutur.

Yoga yaparken bana kimse “başını kapat”, “erkeklerden ayrı, arkada dur”, “binanın, tuvaletin önünden girilen izbe köşesine, diğer kadınlarla birlikte doluş ve sana bu kadar değer veren dine dua et” demiyor. Bu cümleleri, yoga tartışmalarına Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da dâhil olması ve Yoga’ya “bir dindir” muamelesi çekmesi üzerine, bir gazetenin internet sayfasındaki okuyucu yorumu köşesinden aldım. Bu, modernleşmenin evrenselci din anlayışının, bireyi ön plana çıkaran kurtuluş çağrısının, artık bizim toplumumuzda da hissedildiğinin bir göstergesi. Müzik futbol gibi tüketim süreçlerinde, toplumun coşkulu anlarının bir tapınma biçimine dönüştüğü görüşüne itikadımızı zorlayarak zar zor kendimizi alıştırmışken şimdi de başımıza Asya Dinlerinin “New Age” kültürü çıktı.

Temelini Asya Dinlerinden alan Reiki, Yoga, Transantandal meditasyon, Spiritualistler, Ananda Marga ve Feng Sui gibi akımlar ülkemizde Batı’da temsil edildiği şekliyle bilinmekte, adeta bin bir gece masallarını çağrıştıran egzotik ülkelerden gelen merak unsurlar olarak tahayyül edilmektedir. Bize Batı’dan intikal etmiş bulunan bu hareketler, düzenledikleri toplantılar, konferanslar ve internet sayfaları ile taraftar toplamaya çalışıyor. Bu hareketler, çoğunun geliri ülke ortalamasının üzerinde Avrupa, Amerika görmüşlerin maneviyat arayışını temsil ediyor. Kendilerini belli bir dine ait olarak nitelemekten ısrarla kaçtıkları gözlenen bu insanların, kendi kültürlerine yabancılaşması ve yabancı kültürlerin çekim alanına girmesi an meselesi. Söz konusu hareketlerin, çoğunluğu Batı dillerinden tercüme kitaplar, sinema ve televizyon dizilerindeki sahneler ve popüler kültürün diğer vasıtalarıyla yayıldıkları dikkat çekiyor. (Serdar Ortaç’ın 2004 yılında çıkardığı albümünün adı Çakra idi. Çakra, Sanskritçe’de tekerlek anlamına gelen bir kelime, ancak geleneksel yoga öğretisinde vücutta varlığı kabul edilen enerji merkezleri anlamına geliyor.)

Yoga, binlerce yıl önce Hindistan`da ortaya çıkmış bir uygulama. Yoga sözcüğü Sanskritçe “birleştirmek veya bütünleşmek” anlamına geliyor. Hindu dininde bütün tanrıların en üstünde olduğuna inanılan, ilahî ruh ya da tanrı Brahman’a ulaşabilmek ve onunla bütünleşebilmek için uygulanan yöntemlerden birisi. Yoga yöntemini uygulayanlara yogi adı veriliyor. Hinduizm’de yoga, ilk ikisi dinin emir ve yasaklarını yerine getirmeyi ifade eden sekiz aşamalı bir yoldan oluşuyor. İlk iki aşama bireyi ahlakî yönden eğitmeyi, yalan söylememeyi, canlılara zarar vermemeyi, nefret, kin ve haset gibi gayri ahlakî duygulardan kurtulmayı öğretiyor. Takip eden üçüncü ve dördüncü aşamalar bedensel eğitimi içeriyor. Bu bölüm soluk alıp vermeyi düzenlemeden, Lotus adı verilen hiçbir rahatsızlık duymadan vücudu uzun süre aynı biçimde tutma becerisine yönelik bir dizi alıştırma ve egzersizlerden oluşuyor. Yani birtakım beden hareketlerini kapsayan jimnastik uygulamaları, yoganın sadece iki basamağında bulunuyor. Bu pozisyondayken okunacak mantralar (meditasyona girmek için kullanılan sürekli tekrar edilen kelime ya da kelime grupları) ve uygulanacak nefes tutma egzersizleri sayesinde zihinsel konsantrasyonun sağlandığı iddia ediliyor.

Temel öğretisi 1970 yılında Hint asıllı Shri Mataji Nirmala Devi tarafından ortaya atılan ve yeni bir meditasyon yöntemi sayılan Shaja Yoga’da nihai amaç olarak insanın kendini gerçekleştirmesi amaç ediniliyor. Bunun da Shri Mataji yardımı sayesinde kolayca gerçekleşeceğine inanılıyor. 2002 yılında Harbiye Askeri Müzesi’nin fuar salonunda düzenlenen yoga ayini sırasında katılımcıların, Shri Mataji’nin ayaklarını öptüklerine, ayaklarını yıkadığı suyu içtiklerine şahit olmuştuk. Bu yoga çeşidinde Mataji’nin fotoğrafının önünde mum yakarak ona doğru dönük olmak, onunla kalben transa geçmek şart.

Liderliğini Maharishi Mahesh Yogi’nin yaptığı Transandantal Meditasyon (TM) hareketi de yoga gibi giderek yayılıyor. Bu yolda her gün kahvaltıdan ve akşam yemeğinden önce olmak üzere iki defa Maharishi’nin resmine bakarak meditasyon yapmanız ve transa geçmeniz gerekiyor. TM’nin Türkiye’de 20 bin kayıtlı üyesi bulunan 5 derneği bulunuyor. Yani yoga ve meditasyonda dini sayılabilecek bir dizi rabıta ve trans biçimi, tören sembol ve ritüeller var.

Üst üste istiflenmiş yığma şehirlerin kalabalıkları arasında eğitimli, manevi değerlerimizden bihaber, gelir düzeyi yüksek, ancak yalnızlık içinde kıvranan, bir çeşit doktor-hasta münasebetinde, yakın ve sıcak ilişki özlemi çeken insanlar böyle büyüsel dinsel hareketlerin üyesi olmaya aday. Pek çok insanda var olan sıradanlıktan kurtulma ve elitler arasında bulunma isteği bu hareketlerle tatmin sağlıyor. Farklı olana ve bilinmeyene karşı duyulan merak bu yönelişlerdeki başka bir faktör olarak zikredilebilir. Menşei Doğu olmasına rağmen bize Batıdan gelen bu akımlar, ürettiği metayı tüketmek için çok da derinlikli insan istemeyen Batılıların Hinduizm’den kaynaklanan düşünce ve akımları filtreleyerek kendi tüketimci dinlerini pazarlamalarına bir örnek.

Çağdaş Batılı insanların yogayı bedensel ve tinsel rahatlama aracı olarak uygulama ve benimsemelerinde vahyi temellerden uzaklaşmış bir yaşam biçiminin etkisi gözlemlenmektedir. “Din çoğu zaman bizi sınırlarken yoga bizi genişletir.” “Yoga bilinen tüm dinlerin daha önce başlamış felsefesidir” lafları bizi bu sonuca götürmeye yeter. Semavi dinlerin tanrı anlayışı yerine muğlak bir evren-tanrı anlayışı ihdas edilmeye çalışılıyor. Batı’nın materyalist düşüncesinin yerini Doğu’nun Tanrı’sız tabiatçı ve hümanist mistizmi alıyor. Görevlerini, dünyayı sürekli oyalamak olarak düşünen Batılı, Doğunun kavram ve uygulamalarıyla süslenmiş yeni bir din peşinde. Ayrı ve derinlikli bir tartışma konusu olmasına rağmen Hz. Mevlana’yı da bazen aynı minvalde kullandıklarını düşünmeden edemiyorum.

Daha fazla huzur, enerji ve neşe peşinde koşan, her köşeye The Art of Living/Yaşama Sanatı kursları konduran, hayatın tüm potansiyelini! ortaya çıkarmak üzere tasarlanmış keyifli, zinde günlük yaşantılar peşinde koşan, Ferrarisini satıp gününü gün eden zavallı Batılı(cı)lar Nefsi emmâre’yi cilalamaya devam ediyor. İnsanın aslını kötülük ve kaostan ibaret sayan, aidiyet duygusunun olmadığını iddia eden, her insan kendi evreninin yıldızıdır diyen Batılı paradigma, insanı sadece Nefs-i emmâre’den ibaret sandı. Nefs-i emmâre’nin şehvani yönünün tatmin edilmesi ve özgürce yanması ile insanın daha mutlu olacağına inanıldı ama sonuç nafile…

Tasavvufta bir takım hareketlerle nefis tezkiyesi ve iç huzuru sağlamak mümkün. “Nefs-i mutmaine” mertebesine ulaşmak bize yeter. Yani, iç huzura kavuşmuş, tatmin olmuş kalp, gönül. Tasavvuf sistemi içerisinde merkezde Allah anlayışı olmakla birlikte iç huzura kavuşmanın çeşitli araçları var. Zikir, Rabıta, tefekkür, Rabıta-ı mevt bunlardan birkaçı… Hadi bugünden itibaren bir daha inceleyelim.

Yoksa biz mensubu olmakla şeref bulduğumuz dinimizde huzurlu değil miyiz? Bu din bizim için enerji ve neşe kaynağı değil mi? Kader anlayışımız bizi, dillere pelesenk olan “şu an”ı yaşamamıza engel mi? Dinimizin sevgi ve hoşgörü boyutunu ispat etme yükümlülüğümüz yok mu? Cemaatle namaz kılarken kendi bilincimize varıp, duygu derecemizi koruyamıyor muyuz? İzlenmesi gereken meşru/doğru yol ve formların neler olduğu konusunda hala mı kafamız karışık? İbadetlerin kayda değer bir verim yaratabilmesinin temel şartı, belirli zamanlarda, yeterli düzeyde, doğru bir temsille kesinlikle değiştirilmeksizin yerine getirilmesidir. Sadece namazımız topunun kökünü kurutur.

Son söz! Tekke ve Zaviyeleri kapatanların torunları kına yaksın.


Ali Can'ın Yazısı.