Ulya Cebeci

Cinayetler, vahşetler…

Sonu ölümle biten kavgalar…

Çocuğunu öldüren bir anne, annesini öldüren bir çocuk…

Yıl 2009, burası Türkiye.

Bir süredir gün geçmiyor ki haber bültenlerinde bir vahşet ve cinayet haberine rastlamayalım. Tahayyül bile edemediğimiz bu hadiselerin gerçek olduğuna inanmak istemiyoruz. Eskiden böylesi tüyler ürperten olayları batı ülkelerinden duyar ve şaşırırdık. Ama ne acı ki artık bizim ülkemizden, bizim insanlarımızdan da duyuyoruz. Hem de her gün. (Bu konuda da muasır medeniyetler seviyesine oldukça yaklaşmış gibi gözüküyoruz.) Bizler, esir aldığı düşman askerine dahi zulmü reva görmeyen ataların torunlarıyız. Şimdi nasıl bir hale düştük ki analar evlatlarına, evlatlar analarına kıyar oldu.

Uzmanlara soruyorlar, ne oldu da bu hale geldik diye. Birinci sırada ekonomik krizi sayıyor uzmanlar. Ekonomik kriz böylesi bunalıma sürüklüyormuş insanları!? Sonra insanlar arası iletişimsizlik diyorlar. Bu sayılanlar için etkisi yoktur diyemeyiz belki ama birinci sırada söylenmesi gerekeni söylemiyorlar. (Söyleyen olduysa da ben duymadım.)

Yaşanan hadiselerin faillerine baktığımızda toplumun tek bir kesiminden olmadıklarını görüyoruz. Üniversite okumuşu da okumamışı da, zengini de fakiri de, büyüğü de küçüğü de köylüsü de kentlisi de fail durumunda ne yazık ki. Demek ki yalnızca kriz etken değil. Demek ki tek başına okul okumak yeterli değil bir insanın katil olmaması için. O halde nedir birinci sebep?

Aslında bizler biliyoruz ne olduğunu. Hem de çok iyi biliyoruz. Birazcık düşününce tahmin etmek hiç de zor değil. Ahlaki bir erozyon yaşanıyor ülkemizin dört bir tarafında. Kalbi ve ahlaki bir çalkantı savuruyor insanlarımızı, gençleri, çocukları. Sabrın yerini kanaatsizlik alıyor; yardımlaşmanın, paylaşmanın yerini ben merkezli yaşam. Öfkeler kontrol edilemiyor. İnsanların yüreklerindeki iman duygusu azaldıkça vicdanlar katılaşıyor. En ufak bir kıvılcım yangına dönüşüveriyor.

Bütün bu gelişmeler tesadüf olamaz. Birileri, bizi biz yapan değerleri baltalamadan bizi yıkamayacaklarını çok iyi biliyor. O yüzden yıllardan beri sinsice, çaktırmadan, kimi zaman da sevimli görünen oyunlarla bizi değerlerimizden koparmaya çalışıyorlar. Ve bugün yaşadığımız olaylar, birilerinin çok da başarısız olmadığını ispatlıyor maalesef.

Peki, ne yapabiliriz? Bu gidişatın olumlu yönde değişmesi, toplum psikolojimizin düzelmesi için biz de bir şeyler yapabilir miyiz? Acaba bizim de bir katkımız olabilir mi bu noktada?

Devlet elbette elinden geleni yapmalıdır. Gerek hukuk alanında gerek eğitim alanında yenilikler yapmalıdır. Ama özellikle eğitim alanında. Tarihi ve kültürüyle barışık, değerlerinin farkında olan nesiller yetiştirmenin yollarını aramalıdır devlet. İnsanları eğitemedikten, onlara ihtiyaç duydukları ahlaki ve kültürel değerleri kazandıramadıktan sonra cezalar nereye kadar işe yarar bilemiyorum. Kalbinden ahiret inancı silinmiş, Allah’tan korkmayan gözü dönmüş biri, kulların yasasından ne kadar korkar ki?

Bugün kısa sürede çok şeyi değiştiremeyiz belki ama 15-20 yıl sonraki manzaranın bugünkünden çok daha iyi olması için bir şeyler yapabiliriz.

Ama her şeyi de devletten bekleyemeyiz. İşte bu noktada sivil toplum kuruluşlarına ve “genç”lere çok iş düşüyor. Ne yapabilirim diye düşünmeli, kafa patlatmalıyız. En önce kendimizden başlamalıyız işe. Eksiklerimiz neler? Bu soruyu sormalıyız kendimize. Sonra da bilmediklerimizi öğrenmek, bildiklerimizi öğretmek için çalışmalıyız. Adeta bir yürek seferberliği başlatmalıyız iç âlemlerimizde. Ben kime ne öğretebilirim ki diye düşünmeyelim. Eğer Kuran’ı doğru ve düzgün bir şekilde okuyabiliyorsak veya Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hayatı ve ahlakı hakkında bazı bilgilere sahipsek, dinimizi yaşayacak, sadece farzları yerine getirecek kadar fıkıh bilgimiz varsa, anlatacak, öğretecek şeylerimiz de var demektir.

En yakınımızdan başlayalım önce. Evimizdeki küçük kardeşlerimiz, kuzenlerimiz, yeğenlerimiz, komşularımızın çocukları, arkadaşlarımız… Eğer bizler samimi bir niyet ve gayretle çıkarsak yola, Rabbimiz yardım ve bereketini ihsan edecek, işlerimiz kolaylaşacak, halkalar genişleyecektir. Yaz ayları büyük bir fırsat bizim için. Kendimizi yenilemenin tam zamanıdır şimdi. Ve çevremize ışık olmanın…

Bir arkadaşımın gönderdiği ve çok hoşuma giden bir mesajda şöyle diyordu:

“Zifiri karanlıkta bir mum iş görür. Fakat güneş çıkınca bin tane mum yansa bir işe yaramaz. Mühim olan mahrumiyet zamanında iş görebilmektir. Bugün bir mum çok iş görüyor.”

Güneş doğacak inşallah, buna inanıyoruz. Şimdi zor zamanlardayız. Zor zamanda bir mum yakmak kolay değil elbet. Ama unutmayalım, imkânsız da değil. Allah yardımcımız olsun.


GENÇ'ın Yazısı.