Misafir Ol Gel Bana, Balkabaklı Poğaça Ismarlayayım Sana
Hatice Yaltırak
Sürprizlerle dolu bir ekiple çalışıyorum. Her anımız aksiyon her anımız matraksiyon! Ekipcek yaza merhaba kisvesi altında Genç Akademi’nin ilk göz ağrıları dostlarla özlem giderelim diyoruz. Bir ay gibi kısa(!) bir süre zarfında buluşma gününü tayin ediyoruz. Gelip çatan o kutlu gün, sabahın kör vakti evden boğaz turuna gidelim diye çıkıp yolda 40 kere fikir değiştiriyoruz. Nihayetinde ne yardan geçelim ne serden hesabı deniz manzaralı bir mekânda kahvaltı yapmaya karar veriyoruz. Kafamda bu ay ne yazacağım sorusu. Huzursuzum biraz.
Sıra geliyor mekân belirlemeye. Şaşılacak derecede hızlı karar veriliyor bu kez. Açık büfe kahvaltı veren yer isimleri havada uçuşuyor. Açık büfe karşıtı olarak kopardığım vaveyla hiçbir işe yaramıyor. Zira demokrasiyi sektirmeden işleten bir ekip liderimiz var. Ben çaresiz, dostlar mutlu koyuluyoruz yola. Ben kendi kendimi teselliyle meşgulüm, neyse diyorum dolu tarafından bak. Hafta içi ya, tenhadır şimdi orası, rahatça muhabbetin dibini buluruz filan…
Lakin nerden bilsin ki bu garip başım kafelerin altın günü için toplaşan ev hanımlarının yeni gözdesi olduğunu? Ve nerden bilsin ki yazı konusunun swarovski taşlarla bezeli altın bir tepside kendisine sunulacağını?
***
İstanbul’da ne kadar kadın ve çocuk var hepsini buraya doldurmuşlar sanki. Bu kadar kalabalık bir derbi günü tribünde olur bir arefe günü Mahmutpaşa’da. Kadınlar kış için hazırlık yapan karınca misali çatlasalar patlasalar bitiremeyecekleri miktarda yiyeceği ellerindeki tabaklara istifleyip – evet evet! tabaklardaki o kulemsilere ancak istifleme yoluyla ulaşılabilir- masalarına taşıyorlar. Kapanın elinde kalıyor her şey. Çoluk çocuk mevzusunda ise saldım çayıra Mevlam kayıra düsturuna ram olmuş anneler. Tempolarından başım dönüyor. Hele hele bu tablo zil çalan bir mideyle hiç çekilmiyor. Talihsizlik bu kadarla kalsa gene iyi, yerleşecek masa da yok! Neyse ki cevval ekip arkadaşlarımdan birinin turbo motorlu çenesi sayesinde mekân sahipleri bize bir masa ayarlıyorlar.
İlk etapta idrak edemediğimiz bu kalabalığın sebebini masamıza yerleştikten sonra anlamamız çok vaktimizi almıyor. Çünkü karşı masamızdaki grubun sohbetleri sorularımıza cevap oluyor.
Durum şudur ki, artık ev hanımları evlerine ayak bastırmıyor. Gelenek halini almış altın günü vb. toplaşmalarını ev dışında her yerde yapıyorlar. Niçin? Çünkü misafiri evde ağırlamak demek belli bir zahmete katlanmak demek. Temizliğiydi yemeğiydi hizmetiydi bulaşığıydı derken ciddi bir çaba sarf etmek gerekiyor. Fakat asıl sorun olan, misafir ağırlamanın ev hanımları( bilhassa yeni nesil olanları) tarafından kelimenin tam anlamıyla ABARTILMASI. Misafirliği çıkmaza sokan bir anlayış virüs gibi yayılıyor. Eve misafir alan hanımlar hazırlanma işini öylesine abartıyorlar ki sanırsınız ablanın evine AB heyeti incelemelerde bulunmaya geliyor! Bu hastalıklı anlayış yüzünden de kimseler yanaşmıyor artık eve misafir almaya.
Bir kere ev hanımlarının şunu kabul etmeleri gerekiyor. Misafiri iyi ağırlamak önüne 40 çeşit yemek çıkarıp bilmem ne marka 82 parça yemek takımıyla servis yapmak demek değildir. Bu abartış bünyeyi -doğal olarak- yıpratıyor ve kafelere yöneliniyor. Böylesi daha sıkıntısız oluyor hanımlar için.
Halbuki misafir bereketiyle gelir, biz böyle bilmedik mi? Misafir on rızık ile gelir, birini yer, dokuzunu bırakır gider demedi mi eskiler bize.
Ne çok unutuyoruz biz misafirsiz sofraya oturamayan İbrahim Peygamber’in milletinden olduğumuzu…
***
Hadi yaptınız bir modernlik(!) buluşma adresini taşıdınız kafelere. Peki, bu gösteriş tokuşturmalar da neyin nesi?
Hatun kişiler, var olmayı gösterişin boyutuyla ölçmeye kurulmuş zihinleriyle ötekinin sahip olduklarına dudak bükerek birbirleri üzerinden kendi kendilerini tatmin yarışına giriyorlar. Masada konuşulan mevzular anayasanın değişmez maddeleri kadar değişmez. Çocuklarını gönderdikleri okullardan kurslardan, çocuğa döktükleri paraların çokluğundan, gidilen tatillerden dem vurmalar. Alınan safir ya da citrin taşlı yeni takıları görücüye çıkarmalar zeytin tabağına uzanırken. Pardesünü nerden aldın sorusunu itina ile geçiştirmeler. Hayata karışmayı, toplumda kabul görmeyi filanca marka eşarp takmakla elde edilebilir bir şey olduğunu zannetmeler filan…
Yüzüne hasır izi çıkmış bir Peygamberin ümmeti olduğumuzu da ne çok unutuyoruz biz…
***
Misafire bir selam vermeden de geçmeyelim:
Siz de, kendini rolüne fazla kaptırmış o yemekteyiz içmekteyiz tiplerine özenip de yok efendim çatalla bıçak doğru yerde mi, vay efendim bardak altlıklarının rengi perdeye uymuş mu ki filan deyu coşmayın. Veyahut ev sahibesi az çeşit yemek sununca önünüze, debdebeye alıştırdığınız gözlerinize hoş gelmedi diye o günahsızı gelecek toplantının ilk gündem maddesi yapmayın. Lütfen ABARTMAYIN!
GENÇ'ın Yazısı.